27 Şubat 2011 Pazar

"Ah Keşke!"





Yüce Allah insanı birtakım eksiklikler ve acizliklerle yaratmıştır. İnsan yaşamı boyunca sayısız kez unutur, yanılır ve hatalar yapar. Ancak yaptığı her hatanın her zaman telafisi vardır. Merhamet edenlerin en merhametlisi olan Rabbimiz, insana tevbe gibi büyük bir nimet vermiştir. Dünya zaten sunulan nimetlerle denenmek, hatalardan arınmak ve eğitilmek için vardır. İnsan dünya hayatında hatalarından dolayı pişmanlık duyduğu an Allah’tan bağışlanma diler ve tevbe ederek Rabbimiz’e yönelir. Allah’a yönelip teslim olan mümin artık Allah’ın yardımını da umabilir.


Azap size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azap apansız size gelip çatmadan evvel. (Zümer Suresi, 54-55)


İnsan hayati bir tehlike ile karşılaştığı zaman -hep duyarız- yaşamı film şeridi gibi gözleri önünden geçer. Bir anda, dünyadaki ömrünü ve bu süre içinde yaptığı işlerin muhasebesini yapar. Eğer bu kişi dünyada Allah’tan yüz çevirmiş ve O’nun dininden uzak yaşamışsa, bir anda büyük bir pişmanlığa kapılır. Yaşamı boyunca hiç aklına bile getirmediği gerçekler, şimdi apaçık gözlerinin önündedir. Kendisinden çok uzak gördüğü ölümün, aslında çok yakın olduğunun farkına varır. Dünyadayken cenneti hak edecek bir yaşam sürmemiş, Allah’a karşı nankörlük etmiştir ve bu davranışının karşılığını kötü bir şekilde alacağını, şimdi vicdanıyla çok iyi hissetmektedir. Oysa vicdanının sesine ömrü boyunca hiç kulak vermemiş, nefsinin tutkularıyla birlikte yaşamıştır. İçini tarifsiz bir korku kaplar. İçinde bulunduğu bu zorlu durumda, kendisine yalnızca Allah’ın yardım edebileceğini anlar. Eğer Allah kendisini bu tehlikeli durumdan kurtaracak olursa, bu yaşadıklarını kesinlikle unutmayacağına, yaşamının geri kalanını bu gerçekleri göz önünde bulundurarak ve Kur’an ahlakına uygun olarak düzenleyeceğine söz verir.
O anki tehlikeden kurtulabilmek için “…siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: -Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz." (En’am Suresi, 63) ayetindeki gibi yalvara yalvara Allah’a dua eder. Yeter ki kurtulsun ve yaşamına devam etsin...


Ancak, zorluk anında yalvararak Allah’a sığınan bu insanların çoğu, tehlike üzerinden kalktıktan sonra, Allah’a verdiği sözü unutur ve eski yaşamına geri döner. O an hissettiği korku ve pişmanlık, yerini eski nankörlüğüne bırakır. Ölümle yüz yüze geldiği o sıkıntı anında kurtulmak için Allah’a dua eden o değilmiş gibi Allah’tan yüz çevirir. Gaflet içindeki eski yaşamına bıraktığı yerden devam eder.


Karada ve denizde sizi gezdiren O’dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na ’gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)’ olarak Allah’a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız." "Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 22-23)


Oysa bu felaketi bir kez yaşayan insan, aynısıyla hatta daha da zor bir durumla tekrar karşılaşmayacağından güvende midir? Hatta, karaya çıktığında rahatlayan ve kendisini güvenlik içinde zanneden kimse, aynı tehlikeyi, “Size denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O’nun dışında taptıklarınız kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür. Kara tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya üzerinize taş yığınları yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil bulamazsınız.” (İsra Suresi, 67-68) ayetindeki gibi karada da yaşayabilir.


Tehlikeyle karşılaştıkları an Allah’a yönelen kişilerin yaşadıkları pişmanlık, o an içinde bulundukları acizlik ve çaresizlikten kaynaklanmaktadır. Ancak ölümle burun buruna gelmek onları ahirete hazırlık yapmaya değil, “İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, ’gönülden katıksız bağlılar’ olarak, Rablerine dua ederler; sonra Kendinden onlara bir rahmet taddırınca hemencecik bir grup Rablerine şirk koşarlar.” (Rum Suresi, 33) ayetiyle bildirildiği üzere dünya hayatına yöneltmektedir.


İnsanlara yarar sağlayacak gerçek pişmanlık bu değildir. Pişmanlık, insanda radikal değişiklikler meydana getiren bir duygudur. İçten pişmanlık duyan kişi, yaşamının geri kalan bölümünün Allah’ın kendisine verdiği bir fırsat olduğunu düşünür ve eski hatalarına geri dönmemeye gayret eder. Çünkü bu nankörlük onun aleyhine olacaktır.


Kuran’da verilen bu örnekler her insan için öğüt alabileceği birer ibrettir. İnsanın zor bir durumla karşılaşmamış olması, karşılaşmayacağı anlamına gelmez. Bu ayetlerle amaçlanan, insanın her an vicdanının sesini dinlemesi ve kendisini geçici dünya hayatına bağlayan nefsani tutkularından kurtulmak için çaba harcamasıdır. Kişi yaşamındaki önceliklerini belirlemeli ve nelerden vazgeçmesi gerektiği konusunda henüz vakit varken kesin karar vermelidir. İnsan belki yaşamının sonuna kadar böyle bir olay yaşamayacaktır. Ancak yaşamdaki tek kesin gerçek olan ölümle karşılaştığı anda, eğer Allah’ın hoşnutluğunu gözeterek ve O’nun sınırlarını koruyarak yaşamadıysa, kesinlikle pişmanlık duyacağı şeyler olacaktır.


Dünyadayken telafisi mümkün olabilen, ancak ahirette geri dönüşü bulunmayan bu pişmanlığı yaşamamak için insanın yapması gereken, Allah’a yönelmek, O’ndan korkup sakınmak, O’nun Kuran’da bildirdiği emirlerini yerine getirmek, kısacası Kuran’a tabi ve Allah’a teslim olmaktır. Ölümü uzak görmek büyük yanılgıdır, ölüm her insana aynı uzaklıktadır ve çok yakındır. O halde insan sorumluluklarını ertelememeli, aldığı kararları da içtenlikle ve sabır göstererek yaşamına geçirmelidir. Allah’a olan içten duası, yakınlık ve teslimiyeti ise, tehlike anında hissedilen kadar içten olmalıdır.


İnsan şunu hiç aklından çıkarmamalıdır: Gerçek yaratılış amacı, Rabb’inin hoşnut olduğu bir kul olmaktır. Bunun dışında, sahip olduğu mallar, ailesi, çevresi, kariyeri bu amaca ulaşmak ve Allah’a yakın olmak için birer araçtır. Bu nimetlerle yalnızca nefsinin bencil tutkularını tatmin etmeyi amaçlayan, tüm bunların Allah’a şükretmesi ve O’na yönelmesi için verildiğini unutan kişilerin durumları Kur’an’da, “De ki: "Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi?" "Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar." İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız.” (Kehf Suresi, 103-105) ifadeleriyle bildirilir.


Bu kimselerin dünya hayatında yaptıkları her şey -Allah’ın dilemesiyle- boşa çıkacak, dünyevi kazançları kendilerine ahirette hiçbir yarar sağlamayacaktır. Allah’ın hoşnutluğunu değil nefislerinin fücurunu gözeten bu kişiler, ölüm meleklerini karşılarında gördükleri an artık dönüşü olmayan korkunç hatalarını fark edecek ve pişmanlıkları sonsuza dek sürecektir. Bu sonsuz sürecek pişmanlığı yaşayan kişilerin sözleri Kuran’da şöyle haber verilir:


Der ki: "Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim." (Fecr Suresi, 24 )"... Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım." (Kehf Suresi, 42)"... Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım," (Furkan Suresi, 27)


Dünyada yapıp ettiklerinden ve ertelediklerinden dolayı ahirette pişmanlık ve korkunç bir çaresizlik içerisinde bu sözleri söylemek istemeyen her insan, hiç vakit kaybetmeden Yaratıcısının çağrısına icabet etmelidir.

25 Şubat 2011 Cuma

Allah Sonsuz Güzellikleri Sanatının İçinde Yaratandır



…Herşeyi ’sapasağlam ve yerli yerinde yapan’ Allah’ın sanatı (yapısı)dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır. (Neml Suresi, 88)


Yeryüzündeki canlı ya da cansız her varlıkta sonsuz bir aklın, üstün bir ilmin kanıtlarına rastlarız. Kuşkusuz hepsi Yüce Allah’ın Alim sıfatının tecellileridir. Ancak yaratılmış tüm bu varlıklarda dikkat çeken çok önemli bir özellik daha vardır; özellikle detaylardaki muhteşem incelikte bir sanat… Allah’ın ’Sani ’ sıfatı, yarattığı her şeyde son derece estetik görünüm, kusursuzluk, ince ve benzersiz bir sanat olarak yansır.


Örneğin bedenimiz; kusursuz ve eksiksiz düzenlenmiştir. Tüm organlar olmaları gereken en uygun yerlerdedir, bazı organlar –göz, kalp, beyin gibi- korunaklı yerlere yerleştirilmişlerdir. İnsan vücudunda simetriyi sağlayan ’altın bir oran’ vardır ve özellikle bu nedenle hoş bir görüntüye sahiptir. Ressamlar da tablolarında bu altın oranı kullanırlar.


Yüce Allah birbirinden çok farklı canlılarda ’Sani’ sıfatını yansıtacak detaylar var etmiştir. Bir kuşun kanadında, bir çiçeğin yapraklarında fosforlu renkler varken; bir kelebeğin kanatlarında çok farklı tonlarda yanar döner renkler yaratılmıştır. Birbirinden apayrı, hiçbir benzerliği bulunmayan milyonlarca muhteşem canlı, Yüce Allah’ın eşsiz, benzersiz ve bir örnek edinmeksizin yaratmasıdır…


Allah bu denli farklı görünümde, ancak her biri son derece estetik olan eserlerini göz önüne sererek sanatındaki sonsuzluğu tüm insanlara gösterir. Dileseydi her canlı türünden yalnızca birkaç çeşit de yaratabilirdi. Çok fazla çeşit yaratarak insanları hayran bırakacak, gücünü kavratacak üstün yaratma sanatını sergiler. Ve insan, baktığı her yerde, her santimetrekarede bu sanatın örneklerini görür. Yüce Allah kusursuzca yaratandır.


Allah, insanı "en güzel surette" yaratmış, ona estetikten zevk almayı öğretmiştir. Bu nedenledir ki insan, hem güzel olanı sever, hem de yaptıklarının estetik bir yönü olsun ister. İnsan, canlıların içinde, ‘güzel’ kavramının bilincindeki tek varlıktır.Kuran’ın işaretleriyle, Allah’ın sanatıyla yarattığı estetik, güzellik ve inceliğe dair pek çok detay müminlerde istek uyandırır. Bu konu, "kulları için çıkardığı ziynet ve temiz rızıklar" için "… dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır…" (Araf Suresi, 32) ayetiyle haber verilir.


Kur’an’ın haber verdiği gibi yeryüzündeki tüm incelik ve güzellikler, onları takdir edebilen, detaylarını görebilen inananlar içindir ve daha da mükemmelleri ahirette yalnız inananlara verilecektir. Var olan her güzellik, onu Vareden’in ürünüdür. Bu yüzden inanan insan güzellikten etkilenir, Rabb’ini hamd eder, O’na şükreder ve gördüğü her güzellik Allah’a daha da yakınlaşmasına vesile olur.


Rabbimiz’in benzersiz ve eşsiz yaratma sanatı, Allah’a olan sevgiyi daha da arttırır. Allah’a duyduğu sevgi nedeniyle, mümin, Allah’ın yarattıklarına karşı da büyük bir sevgi duyar. Allah’ı çok sevdiği için, yine Allah’a sevgi duyan insanlara sevgisi coşkuludur. Her detayda şükredilmesi gereken bir durum vardır. Çünkü Allah dileseydi yaşam kaynağımız olan suyu, herkesin zevkle içebildiği bir tadda ve kokusuz yaratmazdı. Ayrıca yalnızca bir çeşit yiyecek yaratırdı, bu yiyeceğin tadı da insanın zevk alacağı gibi güzel olmayabilirdi. Ve insanlar yaşamak için bunu yemek zorunda kalabilirdi. Allah genelleme dahi yapılamayacak kadar çok yiyecek yaratmıştır biz kulları için…Bir tahta parçasına benzeyen küçücük tohumdan, bu denli mükemmel ve çeşit çeşit meyvelerin çıkması, her tohumda ait olduğu bitkinin tüm özelliklerinin şifrelenmiş olması Allah’ın sanatçı sıfatıyla yarattığı ve üzerinde derin düşünülmesi gereken mucizelerdendir.


Allah’ın yaratması çok güzeldir. Örneğin, çiçeklere baktığımızda içimiz ferahlar. Bütün canlılık insana örnektir, ancak insan enaniyeti nedeniyle örnek almaz.


Örneğin çok güzel bir insan düşünelim, güzelliğiyle övünen, büyüklenen… Bu güzelliği kendisi mi tasarlamıştır? Gözlerinin, burnunun, dudaklarının, kaşlarının yaratılmasında kendisinin bir rolü var mıdır?Bu sorunun cevabı –düşünmeye dahi gerek yok- “hayır” olacaktır. O güzelliğin sahibi , onu tasarlayandır; Yüce Allah’tır. Ve kibirlenmek anlamsızdır; yapmadığıyla övünür mü insan? Üstelik de Allah dilediği anda geri alabilecekken…


Yürürken bir duvarda boyalarla oluşturulmuş harika desenler görsek, bu desenler bir yelpaze görünümünde olsa ve aralarında göz desenleri bulunsa; bunların rastlantısal olarak ortaya çıktığını düşünür müyüz? Sanat değeri olan ve insana haz veren bu desenlerin bir sanatçı tarafından bilinçli bir şekilde oraya resmedildiği açıktır. Peki, ya tüy desenlerinde çok özel ayarlanmış bir tasarım bulunan tavus kuşundaki sanat?..


Her resim ve desenin sanatçısının varlığını gösterdiği gibi, tavus kuşundaki desen de Yaratıcı’nın varlığını kanıtlar. Hiç şüphesiz tavus kuşunun tüylerinde ışığı farklı derecede yansıtarak renk değişimleri ortaya çıkaran tasarımı yapan ve onlardan muhteşem desenler çıkaran Allah’tır. Sanatçılar yetenekleriyle Allah’ın sanatını yalnızca kopya ederler. O, sonsuz güzellikleri sanatının içinde kusursuzca yaratandır.


"O Allah ki, Yaratan’dır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ’şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir." (Haşr Suresi, 24)

24 Şubat 2011 Perşembe

Allah'ın Buyruğu: "Düşünün!"





Yüce Allah pek çok Kur’an ayetinde insanları derin düşünmeye davet eder. İnsan, herşeyi yoktan var eden, sonsuz güç sahibi Yüce Yaratıcıyı takdir edebilme gücünü, korkusunu ve O’na olan yakınlığını ve sevgisini derin düşünerek artırabilir.



Kur’an’da birçok ayette “…yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?” (Nahl Suresi, 17), “…düşünen bir topluluk için deliller vardır” (Bakara Suresi, 164) ifadeleriyle yaratılışın kanıtları üzerinde düşünmenin önemi bildirilir. Çevremizde gördüğümüz herşey Allah’ın benzersiz yaratışının ve varlığının delilidir. Bu nedenle gökler, yer ve bunların arasında bulunan herşey insanın düşünmesi için birer sebeptir.



“Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra arşa istiva etti. Sizin O’nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp -düşünmeyecek misiniz? (Secde Suresi,4)



İnsanlar gün içinde birçok konu hakkında düşünürler. Ancak bu düşüncelerin büyük bir kısmı yararsız, gereksiz, insanı hiçbir sonuca götürmeyen, insana hiçbir şey kazandırmayan boş düşüncelerdir. Oysa önemli olan, insanın yaşamının her anında olayların sebeplerini, hikmetlerini araştırarak gerçek anlamda “derin bir şekilde” düşünmesidir.


Örneğin; insanda dişler oluşurken milyonlarca hücrenin önce kalsiyum depolayıp ardından yan yana gelerek büyük bir blok oluşturması ve devamındaki aşamalar, Allah’ın yaratma sanatındaki kusursuzluğu ve örneksizliği bizlere gösterir. Bu bloğun şeklini de yine bloğu inşa eden hücrelerin belirlemesi büyük bir yaratılış mucizesidir. Alt damakta bulunan hücreler, kendilerinden uzakta bulunan üst damaktaki hücrelerin nasıl bir şekil inşa ettiklerini adeta çok iyi bilirler ve her iki hücre grubu da ürettiği dev bloğu, kendisine karşı gelecek blokla birbirlerine en uygun şekilde üretirler. Hiçbir uyumsuzluk gerçekleşmez ve 32 kalsiyum bloğundan oluşan karmaşık yapı, birbirlerine en uygun şekilde inşa edilir.



Derin düşünen insan için açıktır ki, vücuttaki bütün hücrelere olduğu gibi dişleri oluşturan hücrelere de sahip oldukları özellikleri veren üstün güç sahibi Allah’tır. Ve kişinin Allah’ın yaratma sanatına duyduğu hayranlık, Allah’ın izniyle imanını artırır. Düşünen insan, Allah’ın kudretini ve sanatını görür, O’nu bütün noksanlıklardan tenzih eder ve Allah’a yakınlaşmaya bir yol bulur.



Etrafımızdaki herşey Allah’ın benzersiz yaratma sanatının birer delilidir. Bu delillere sadece bakmak bir anlam ifade etmez. Baktığımız herşeyi görmemiz ve üzerinde düşünmemiz gerekir. Çevremizdeki güzellikler üzerinde tefekkür ederek muhteşem yaratılışlarını farkedebilir, Allah’ın üstün yaratmasını kavrayabiliriz.



Etrafındaki deliller üzerinde düşünen insan, her şeyin bir varoluş nedeni olduğunu görecek, kendisinin de bir amaçla yaratıldığını anlayacak ve Allah’ın sonsuz kudretini kavrayabilecektir. Allah’ı çok düşünmek, Allah’tan çok korkmak, insanın güzel ahlaklı olmasını sağlayacaktır.
İnsan yalnızca Allah’ın evrende yarattığı varlık delilleri üzerinde değil, “Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı?..” (Rum Suresi, buyruğu gereği kendi nefsi konusunda da derin düşünmelidir. Rabb’inden bir ağırlanma olarak O’nun hoşnutluğunu umut eden insan, gün içinde her attığı adımı Allah için attığında, nefsinin bencil dünyevi tutkularından uzak olacaktır.



Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.” (Al-i İmran Suresi, 191)



Hiçbir şey boşuna yaratılmamıştır. Ancak derin düşünen insan Allah’ın yüceliğini, büyüklüğünü kavrar ve korkusu artar. Bütün bunları önemsemeden geçmek ve düşünmemek, Allah’ın ayetlerinden yüz çevirmek anlamına gelir. Kuran’da pek çok yerde, Allah’ın ayetlerinden ve yaratılışın delillerinden yüz çevirmenin, inkar olduğu vurgulanır.


Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 32)
Size kendi ayetlerini gösteriyor; artık Allah’ın ayetlerinden hangisini inkar ediyorsunuz? (Mü’min Suresi, 81)



İman etmeyen insanlar ise, “O gün cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu hatırlamadan) ona ne fayda?” (Fecr Suresi, 23) ayetinde de haber verildiği gibi ancak azabı gördüklerinde gerçek anlamda düşünmeye başlarlar.



Bu kişiler o ana kadar, dünyadaki yaşama amaçlarını, evrendeki ve canlılardaki yaratılış mucizelerini, Allah’ın Kuran’daki emir ve yasaklarını, kısacası gerçek anlamda kendilerine yarar sağlayacak konuları hiç düşünmemişlerdir. Bir gün öleceklerini ve Allah’ın huzurunda sorgulanacaklarını akıllarına bile getirmemişlerdir.



Oysa Yüce Allah’ın hiç var olmamış gibi her şeyi yok edecek olan buyruğu, hiç beklemediğimiz bir anda, aniden gelebilir. Hükmünü yerine getiren Allah’ın herşeye gücü yeter:



Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiç bir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Yunus Suresi, 24)

23 Şubat 2011 Çarşamba

Annelere Karşı Güzelliği İlke Edinmek




Kur’an'da kadına gösterilmesi gereken özenin yanı sıra, anneye karşı gösterilecek olan güzel ahlâkın önemine de dikkat çekilir.

İnsanın annesi, çocuğunun güzel bir ahlak kazanabilmesine yardımcı olacak ilk öğretmendir. Anne ve baba, evladının kendisine ve toplumdaki insanlara yararlı bir insan olabilmesi için büyük çaba harcarlar. Yıllar boyu bu amaçla maddi manevi pek çok özveride bulunurlar. İnsan da, anne babasının verdikleri emeği takdir etmeli ve bu özveriye sevgi, saygı ve hürmetle karşılık vermelidir. Kuran'da inanan insanların bu konudaki sorumlulukları "Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik..." (Ankebut Suresi, 8) ayetiyle bildirilir.

Bir başka Kur’an ayetinde ise Allah insanlara, anne babalarına, "De ki: "Gelin size Rabbiniz'in neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, …" (Enam Suresi, 151) ayetiyle bildirildiği gibi iyilik yapmalarını buyurur.

Yüce Allah insanlara, anne babaya karşı her zaman hoşgörülü, anlayışlı, şefkatli ve saygılı davranışlar sergilemelerini "Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Nisa Suresi, 36) ayetiyle öğütler.

Peygamberimiz’in (sav) de annelere nasıl davranılması gerektiği konusundaki bir hadisi şöyle rivayet edilir:

Bir adam, Peygamberimiz’e (sav) gelip, şöyle der: “Ey Allah’ın Resulü! Kendisine iyilik yapmaya kim daha layıktır?”
Allah Resulu; “Annen, sonra annen, sonra baban, sonra yakınlık derecelerine göre diğer yakınların,” buyurur. (Ebu Hureyre (ra) Buhari)

Anne çocuğunu dünyaya getirebilmek ve büyütebilmek için büyük zorluklar göğüsler. Rabbimiz bunu hatırlatır ve annenin çocuğu üzerindeki emeğine dikkat çeker: "Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. "Hem Bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız Banadır." (Lokman Suresi, 14)

İnanan insanlar, anne ve babalarının maddi yönden de en ufak bir eksiklik hissetmemeleri ve sıkıntısız, rahat bir yaşam sürmeleri için tüm imkânlarını kullanırlar. "Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir." (Bakara Suresi, 215) buyruğu gereği, hayır olarak infak edecekleri mallarında anne ve babalarının da hakkı olduğunu bilir, Kur’an’a uygun davranırlar. İhtiyaç içerisinde olan anne babalarının ihtiyaçlarını en güzel şekilde karşılamaya, onların huzur ve güven içinde yaşamalarını sağlamaya çaba gösterirler.


Yüce Allah, özellikle çocukluk dönemine işaret ederek kişiye, anne babasının gösterdikleri sevgiyi, şefkati ve özveriyi unutmamasını tavsiye eder. Onlar yaşlandıkları ya da muhtaç duruma geldiklerinde de alçakgönüllü davranmalı ve güzel söz söylenmelidir.


"Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: "Öf" bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki: "Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge." (İsra Suresi, 23-24)


Annelerine sevgi ve saygı gösteren, davranışları ve konuşmaları ile çocuklarına örnek olan anne babalar da sevgi, saygı ve dayanışma içinde birbirine bağlı aileler oluşturacaktır.

Allah'ın Yardımı Ne Zaman?



İnanan insanın dünyada ve ahirette tek bir gerçek dostu vardır. Bu gerçek dost her an onunla beraberdir, onu hiçbir zaman bırakmaz, asla terk etmez, her zorlukta yanındadır, yakınındadır, ona destek ve yardımcıdır. Doğduğu andan sonsuza dek onunla birliktedir. Onun için yol göstericidir, koruyucu-dosttur, güvenilirdir, daima karşılıksız bağışlayandır. Kuşkusuz bu gerçek dost, Kendisine ihtiyaç olunan ve Kendisinden yardım beklenen Yüce Allah'tır.

İman sahiplerinin büyük bir kararlılıkla Allah’ın sınırları içinde yaşamalarının amacı, yalnızca O’nun sevgisini ve hoşnutluğunu kazanabilmektir. Allah, müminlerin zorluk zamanlarındaki "Allah bize yeter" (Al-i İmran Suresi, 173) diyerek teslimiyet ve bağlılıklarını göstermelerine karşılık onlara mutlaka yardım vaat eder. Kendi yolunda şevk ve kararlılıkla çaba gösteren kullarına rahmetini, “Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslam’a ve Müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.” (Muhammed Suresi, 7) ayetiyle bildirir.

Samimi bir çabanın içinde olan müminler, Allah’ın üzerlerindeki rahmetine/koruyuculuğuna yaşamlarının her anında tanıktırlar. En zor görünen olayları dahi güzel sonuçlandırır, kolaylık ve başarı verir. Allah'ın her an kendilerine destek ve yardımcı olacağının bilincindeki müminler hiçbir durum ve koşulda ümitlerini yitirmez, her olayın kesinlikle hikmet ve hayırla yaratıldığını ve yine hayır ve hikmetle sonuçlanacağını bilerek Allah’a tevekkül ederler.

Kuran’ın verdiği örneklerden birinde, Hz. Musa’nın, İsrailoğulları’nı Firavun'un baskısından korumak için Mısır'dan çıkarışı anlatılır. Hz. Musa ve İsrailoğulları denize ulaştıklarında, içlerinden imanı zayıf olanlar, arkalarından gelen Firavun ve ordusu tarafından sıkıştırıldıklarını düşünerek, ümitsizliğe kapılırlar. Hz. Musa ise "... Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." (Şuara Suresi, 62) diyerek, Allah'ın kesin olarak kendilerine yardım edeceğine dair inancını bildirir. Gerçekten de Allah, denizi mucizevi bir şekilde ikiye ayırmış, Hz. Musa ve kavmini karşıya geçirmiştir. Ardından denizi kapatarak Firavun ve ordusunu suda boğmuştur.

Allah'ın müminlerle beraber olduğuna kesin bilgiyle inanmış, Rabb’ini dost edinmiş bir mümin, yaşamının her anında Allah'ın yardımına açıkça tanık olur. Kulları üzerinde gözetici olan Allah Kendisi’ne teslim olan müminlerin kalplerine ‘güven duygusu ve huzur’ indirir ve onlara destek olur.

Allah, sizin düşmanlarınızı daha iyi bilendir; bir veli (en güvenilir bir dost) olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah yeter. (Nisa Suresi, 45)

Peygamberimiz(sav) de yardım istenecek olanın yalnızca herşeye gücü yeten Allah olduğunu hatırlatır:

"... Bir şey isteyince Allah'tan iste. Yardım talep edeceksen Allah'tan yardım dile. Zira kullar, Allah'ın yazmadığı bir hususta sana faydalı olmak için biraraya gelseler, bu faydayı yapmaya muktedir olamazlar. Allah'ın yazmadığı bir zararı sana vermek için biraraya gelseler, buna da muktedir olamazlar." (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, 1992, s.314)

Kur’an’da, “ Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun 'üzerini kabukla bağlattırırız'; artık bu, onun bir yakın dostudur.” (Zuhruf Suresi, 36) ayetiyle önünden, arkasından, sağından, solundan sokulan şeytanın, insanı nasıl kuşatabileceğine dikkat çekilir. İşte, tek ve gerçek dostu olan Rabb’inden uzak olan kişi, gerçekten en önemli düşmanı tarafından kuşatılmıştır.

Şeytan bağımsız bir güce sahip değildir. İman edenler üzerinde güçsüzdür. Bize düşen Allah’ı yalnızca belli vakitlerde değil sürekli anmak, O’ndan yardım dilemektir. Ancak, icabet edeceğine kanaat getirerek dilemek. İşte o zaman apaçık düşmanımız şeytandan, her şeyi kuşatan Yüce Allah’ın korumasına sığınabiliriz.


Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, herşeyi kuşatandır. (Nisa Suresi, 126)


İmtihan mekanı olarak yaratılmış dünya, yaşadığımız olaylarla sınandığımız, sonsuz yaşamımıza geçiş aşamasıdır. Zorluk yaşamadan ve o zorluk anlarında Rabb’imize sadakatimizi, sabrımızı, tevekkül ve teslimiyetimizi göstermeden sonsuz mutluluğa ulaşamayız. Göstereceğimiz güzel ahlak Allah’ın yardımını getirecek, dağların korkuya kapılıp-yüklenmekten kaçındığı tüm ağırlıkları üzerimizden kaldıracaktır.


Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)

21 Şubat 2011 Pazartesi

Hayat Allah'a Nasıl Adanır?



İnanan insan, tüm varlığını Yüce Allah’a adamıştır; Allah için yaşar ve her an Allah’ın kendisiyle beraber olduğunun bilincindedir. İzlediği her görüntüde Allah’ın sonsuz aklını, muhteşem sanatını ve gücünü takdir eder. Allah'ın Zatını görmek kuşkusuz ki mümkün değildir. Ancak akıllı ve vicdanını kullanan bir insan, çevresindeki yaratılış örneklerine bakarak Allah'ın mutlak ve Yüce varlığını kavrayabilir. Allah'ın mutlak varlığına ilişkin deliller, görebilenler için tüm açıklığıyla gözler önündedir.

Mümin, Allah'ın varlığının ve gücünün bilincinde olduğundan, neden yaratıldığını ve Rabb’inin kendisinden neler istediğini bilir. Bu nedenle de dünya hayatında belirlediği hedef, Allah'ın hoşnut olduğu bir kul olmaktır; her durum ve koşulda çabası bu yöndedir. Kendisini hedefine ulaştıracak her yolu dener, bunun için ciddi bir şekilde gayret eder. Böylece inanmayan kimseler için kesin bir yıkım olan ölümün sırrı da önünde açılır: Ölüm asla yok oluş değil, gerçek hayata geçiş aşamasıdır.

İnkar içerisinde yaşayanlar, hayatlarının ‘rastlantılarla ve kendiliğinden’ meydana geldiğini zannettikleri gibi, ölümün de ‘kendi kendine’ oluştuğuna inanırlar. Oysa hayatı da ölümü de yaratan alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Ölüm, tesadüflerle ya da kazaen meydana gelen bir olay değil, Allah'ın özel olarak yarattığı, kaderde zamanı, yeri ve şekli belirlenmiş bir olaydır.
Mümin, ölümün bir son değil, asıl hayatın başlangıcı olduğu gerçeğinin bilincindeyken, birçok insan gibi hayatının temelini ‘göçecek bir yarın kenarına’ bina etmez. Her şeyin yok oluşundan sonra da var olan, fani olmayan, mülkün ve din gününün sahibi olan Allah'a yönelir. Mal-mülk, makam, kariyer, saygınlık ve fiziki güzelliğin geçici olduğunu ve dünya hayatında sahip olunan hiçbir metaın kendisini kurtuluşa götürecek yol olmadığını bilir. Hepsi yalnızca, Allah'ın yarattığı kusursuz imtihan mekanı olan dünyadaki kısa süreli ‘sebep’lerdir.

Bütün kainatın sahibi ve mutlak hükümdarı olan Allah'ın yaratmış olduğu dünya hayatındaki bu sistemin anahtarı ise, Allah'ın hoşnutluğudur. Hidayet lütfeden Rabbimiz, yalnızca hoşnutluğunu amaçlayan kullarını doğru yola iletir:

Allah, rızasına uyanları bununla Kuran'la kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Maide Suresi, 16)

İman eden insan, tüm varlığını ve yaşamını Yüce Allah’a adar, her an Rabb’i ile beraber olduğunun bilincindedir. Allah’a, O’nun hoşnutluğuna ve sonsuz cennetine kavuşma beklentisi içindedir. Dünya hayatında ‘Rabbi için sabreder’, O’na güvenip dayanır; gökten yere her işi düzenleyip kontrolü altında tutanın, gizlinin gizlisini ve içindekini görüp bilenin Yüce Allah olduğunu bilir. Yaptığı her işte, izlediği her görüntüde Allah’ın üstün aklını, hayranlık uyandıran benzersiz yaratma sanatını ve O’nun sonsuz gücünü görüp, üzerlerinde derin düşünür. İnsan için tüm bunları görebilmek, tefekkür etmek, dile getirmek de büyük bir nimet ve ibadettir. Yaşamını Allah’a adamak, insanı tüm kötülüklerden arındıran, insanın kalbine güven duygusu ve huzur indiren, sonsuz yaşamında da –Allah’ın dilemesiyle-kurtuluşa ulaşmasına vesile olacak olan en önemli yollardan biridir.

Samimi müminler, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmayı dünyevi hiçbir çıkara değişmezler, çünkü dünya üzerindeki -küçük ya da büyük- hiçbir çıkar, O'nun rızasını ve cennetini kazanmaktan daha önemli değildir. Müminin yaptığı işin hikmeti, onu Allah’ın hoşnutluğunu amaçlayarak yapması ile oluşur. Bu nedenle kişi, sahip olduğu güzel ahlakı her zaman büyük bir dikkatle korumaya çalışır. İman edenlerin bu özelliği, “(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'…” (Nur Suresi, 37) ayetiyle anlatılır.

Yaşlı bir insandan bu yaşına kadar neler yaşadığını anlatması istense, anıları muhtemelen birkaç saatte bitecektir. Kişi, Allah’a iman etmemiş ve O’ndan yüz çevirerek yaşamış biri ise şöyle diyecektir: "Bunca yıl yaşadım ama hiçbir şey anlayamadım. Ailem ve çocuklarım için, para kazanmak, mal mülk edinmek amacıyla yıllarca çalıştım. Ancak artık bir ayağım çukurda, ölüp gideceğim. Sonra... Sanırım her şey bitecek…”

Bu kişinin büyük yanılgıda olduğu açıktır. Düşündüğü gibi ölüm hiçbir şeyi bitirmeyecektir. "Keşke o (ölüm her şeyi) kesip bitirseydi.” (Hakka Suresi, 27) ayetiyle de bildirildiği gibi, tam aksine ölümle her şey yeni başlayacaktır.

Hayatının merkezine Rabb’inin rızasını almış ve O’nun için yaşamış insanın sözleri ise şöyle olacaktır: "Beni üstün Yaratıcı Allah yarattı ve Kendisine kulluk ve ibadet etmem için dünyaya gönderdi. Ben bu imtihan ortamında hayatım boyunca sınandım. Şimdi yaşlılık geldi ve hayatım boyunca hiç aklımdan çıkarmadığım ve hazırlık yaptığım ölümü artık daha yakın hissediyorum. Her işimde Allah’ın hoşnutluğunu gözettiğim için de O’nun izniyle sonsuz kurtuluşu ve cenneti umut ediyorum…”

İşte mümin için dünyadan geçmek muazzam güzeldir; insan dünyevi olan her şeyden vazgeçer, tüm bağlılıklarından sıyrılıp Allah’a yönelirse, o zaman kurtuluş bulur. Samimi mümin için hatadan, gafletten ve her türlü eksiklikten uzak olan Allah’a yönelmek ve hayatını O’na adamak önemlidir. İnsanın sürekli kendini gözden geçirmesi, gün içinde imanı kanıtlayan davranışlarda bulunması ve “acaba bunu yalnızca Allah rızası için mi yaptım?” diye düşünmesi gerekir. Çünkü ‘o gün’, her insan dünyadayken verilen her nimetten sorgulanacak, Allah rızası için kullanmadığı nimetler için organları aleyhte şahitlik edecektir…

İnanan insanın yüreği Allah aşkıyla doludur. Aşkını en iyi ifade ettiği an da, dünyadaki imtihan ortamı gereği yaşadığı zorluk zamanlarıdır. Çile ve zorluklar müminin sevgisini vurgulama imkanı verir. İnsan sıcak evinde, keyif içerisinde, imtihan yaşamadan sevgisini kanıtlayamaz. O nedenle imtihan, mümin için Allah’tan nimettir, rahmettir. Çile insanları yıpratır diye bilinir, oysa çile inceltir. Allah’ın hoşnutluğunu kazanma yolunda çekilen çileler insana sağlık verir, kişinin şevk ve heyecanını artırır.

Allah’ın rızasını kazanma yolunda mücadeleden kaçınan, Allah’ın gösterdiği yollarda yürümeyen insanlar ise türlü hastalıklar yaşar, çökerler. Allah kalplerine rahatlık ve huzur vermez; sürekli bir azap ve sıkıntı içinde ömürlerini geçirirler.

Gerçekte en önemli konu, Allah aşkının ve Allah korkusunun insanı sarmasıdır. Allah aşkına kavuşan insan hem dünyanın hem de ahiretin tüm güzelliklerine kavuşur. Allah’ın hoşnutluğunu kazanan insanı artık Rabb’i yönetir; kişinin üzerinde şeytanın zorlayıcı gücü kalmaz. Kalbini, ruhunu ve bedenini Allah’a tam bir teslimiyetle teslim eden insan, her an mutluluğu ve güzelliği yaşar.

Allah müminlere güzel bir hayat yaşatacağını vaat eder. O güzel hayat tatilde ya da ‘hayatın tadını çıkararak’ zevk içinde geçirilen bir hayat değildir; mümin için güzel hayat Rabb’inin rızası için çalışarak sürdürdüğü lezzet ve huzur dolu hayattır. Yalnızca Allah’a kulluk eden, yalnızca O’nun için yaşayan müminler, ahirette de 'hoşnut edici ve hoşnut edilmiş’lerdir ve sonsuz barınma yurdu cennette benzersiz mutluluklar onları beklemektedir.

Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır. Bu, size vadolunandır; (gönülden Allah'a) yönelip-dönen (İslam'ın hükümlerini) koruyan, Görmediği halde Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a yönelmiş' bir kalp ile gelen içindir. "Ona 'esenlik ve barış (selam)la' girin. Bu, ebedilik günüdür." Orda diledikleri herşey onlarındır; Katımız'da daha fazlası da var. (Kaf Suresi, 31-35)

20 Şubat 2011 Pazar

Cennet



‘Yarattığı herşeyi en güzel yapan’ Allah, insanın ruhunu güzelliklere karşı bir duyarlılıkla yaratmıştır. İnsanın imanı ve imanı vesilesiyle kazandığı akıl, bu estetik anlayışının açığa çıkması ile doğrudan ilişkilidir. İmanının olgunlaşması ve cennete duyduğu özlem, kişinin Allah’ın benzersiz sanatıyla yarattığı güzelliklerden alacağı zevki de artıracaktır.



Kuran’da, samimi iman sahiplerine vaat edilen cennet ortamındaki güzellik ve estetik anlayışı detaylarıyla bildirilir. Sonsuz güzellikleri sanatının içinde yaratan Allah, cenneti insan ruhunun en çok hoşlanacağı, en çok lezzet alacağı ve en çok etkileneceği nimetlerle donatmıştır. Allah’ın ‘en güzel surette’ var ettiği insan, her türlü güzellikten, estetikten ve sanattan zevk alacak yaratılışa sahiptir. İnanan insan da dünyada, cennet ortamlarının benzerleriyle karşılaştığında büyük zevk ve haz alır.



İnsan ruhu doğada yaratılmış sayısız türdeki çiçeklerden, muhteşem görünümdeki ağaçlardan, dinginleştiren denizlerden, eşsiz manzaralardan tarifsiz haz alır. Bu saydığımız doğal güzellikler, cennetin muhteşem nimetlerindendir. Eşsiz barınma yurdu cennetteki köşklerin ve gölgeliklerin, bahçelerin içinde, pınarların yanı başında, nehirlerin üzerinde kurulmuş olması da ayrı bir güzelliktir.


Cennet, "... ne (yakıcı) bir güneş, ve ne dondurucu bir soğuk..." (İnsan Suresi, 13) şeklinde bildirilen; insanı rahatsız etmeyen ferah bir iklime sahiptir. İnsanı sıkan, bunaltan sıcaklar ya da üşüten, titreten soğuklar orada yoktur. Yüce Allah müminleri cennette, "... ne sıcak-ne soğuk, tam kararında bir gölgeliğe..." yerleştirir. "Tam kararında" ifadesi, ikliminin yanı sıra, cennetteki bütün ortam ve koşulların da insan ruhunun gerçek anlamda tatmin bulacağı, rahat edeceği şekilde hazırlandığına işaret eder. Cennetteki her koşul ve ortam, mümin için ‘tam kararında’ olacaktır.


Cennetle ilgili ayetlerde en çok haber verilen doğal güzelliklerden biri de, "Durmaksızın akan su(lar)"dır. (Vakıa Suresi, 31) İnsan ruhu sudan, özellikle de akan sudan büyük keyif alır. Bir akarsu veya bir şelale, ormanın içinden akan bir ırmak, hatta durgun bir göl insana büyük haz verir. Akan suyun görüntüsü, çıkardığı ses insanın yüreğini doyuma ulaştırır. "İçlerinde durmaksızın fışkırıp-akan iki pınar vardır." (Rahman Suresi, 66) ayetiyle bildirilen de bir başka cennet güzelliğidir. Yükseklerden akan şelalenin görüntüsü ve sesi insanı ferahlatır. Sarayların, konakların ya da villaların bahçelerindeki göletler, havuzlar, yapay akarsuların yapılma amacı, genellikle ruhtaki bu estetik özlemi nedeniyledir. Estetik görüntülerin hoşa gitmesinin gerçek nedeni ise, inanan insanın ruhunun cennete göre yaratılmış olmasıdır.



İnsan ruhunda güzel duygular uyandıran bir başka güzellik de sestir. Müzik de insan ruhunu derinden etkiler ve her dönemde insan yaşamında önemli bir yere sahip olmuştur. Bu nedenlerledir ki insan ruhu, müzikten, güzel insan sesinden, akan suyun ve dalgaların sesinden coşku, huzur ve haz duyar. Güzel görüntü ve güzel seslerden haz alan insan ruhu, kötü görüntülerden ve kötü seslerden de sıkıntı duyar. Yüksek insan sesi, parazitli bir müzik, gürültülü ortam, trafikteki sesler kısa da sürse kişiyi rahatsız eder. Bunlar da insanın cehennem ortamını hatırlatan seslere verdiği olağan tepkidir. Yüce Allah Kuran’da, “İçine atıldıkları zaman, kaynayıp-feveran ederken onun korkunç homurtusunu işitirler.“ (Mülk Suresi, 7) ayetiyle, cehennemdeki ürkütücü seslere insanların dikkatini çeker.



İnsanda güzel duygular uyandıran güzelliklerden biri de temizliktir. Temizlik, Allah’ın bir buyruğudur ve “…Allah arınanları sever. (Tevbe Suresi, 108) Müminler din ahlakının getirdiği berrak akılları vesilesiyle temizliği bir ibadet olarak uygularlar. Ruhlarına ve yaratılışlarına uygun bir tutum olan temizlik, onlara çok büyük bir huzur ve rahatlık verir. Din ahlakında temizlik anlayışı, dinden uzak yaşayan bir toplumun kavrayışından ve uygulamalarından tamamen farklıdır. İnanan insan temizliği öncelikle ruhunda yaşar. Allah’ın Kuran’da tavsiye ettiği ahlaka uygun olmayan tüm davranışlardan ve yaşam tarzından tam anlamıyla uzaklaşmak ve çarpık mantık örgülerinden arınmak, insana manevi bir temizlik sağlar. Manevi temizliği gerçekleştirmiş, arınmış bir insan, her an doğruyu fısıldayan vicdanının sesine uyar ve içinden tüm kötülükleri uzaklaştırır. Kuran ahlakının üstün özelliklerini üzerinde taşımayan kimselerin yaşadıkları kıskançlık, kin, acımasızlık, bencillik gibi çirkin özellikleri ruhunda asla yaşamaz. Sahip olduğu yüksek ahlak nedeniyle, toplumda genellikle normal karşılanan saydığımız bu özelliklerden arınmıştır, masumdur. Samimi ve arınmayı dileyen inananlar yalnızca görünen temizliği değil, içlerinde yaşadıkları temizliği de aynı oranda önemserler.



Allah Katından bir başka nimet olan iç açıcı, aydınlık, ferah ve estetik görünümlü temiz ortamlar, insanın ruhsal yapısını dengeli ve huzurlu hale getirir. Bu ruh hali karşısındaki insanlara da olumlu yönde yansır. Karanlık, kasvetli ve pis bir ortam ise farkında olmayan kişiye dahi sıkıntı verir. İnanan insan bu kasvetli ortamlardan sıyrılır ve o an cenneti düşünürse kalbi tatmin bulur.


İnsan ruhunun en çok zevk aldığı güzellik kuşkusuz güzel ahlaktır. Kuran ahlakı, Allah’ın hoşnutluğunu bildirdiği tüm güzel özelliklerin toplamıdır. Bu ahlak fedakarlık, ince düşünceli olmak, merhamet, sadakat, dürüstlük, adalet, sevgi, güzel sözlü ve ılımlı olma, barış, kardeşlik, hoşgörü, anlayış gibi birçok üstün ahlaki değerleri kapsar. Kendisi ihtiyaç içinde olduğu halde, yemeğini yoksula ikram eden fedakar insana karşı, sevgi ve saygı duyulur. Yalnızca kendini düşünen benmerkezci kişiye karşı ise doğal olarak soğukluk hissedilir. Dürüst olmak da, insan ruhunu olumlu duygulara yönelten bir sebeptir. İnsan ruhu dürüst ve güzel ahlaklı kimselere sevgi ve yakınlık duyar. Bu Allah’ın yaratmasıdır; Allah insan ruhunu güzel ahlakı yaşayan kişilere karşı sevgi ve muhabbet duyacak şekilde yaratmıştır.



Allah’ın, ruhlarının hoşuna gidecek şekilde tüm insanlara sunduğu bu güzelliklere karşılık yerine getirilmesi gereken tek sorumluluk, O’nun gücünü gereği gibi takdir edebilmek, O’na şükredebilmek ve O’nun istediği gibi bir yaşam sürmektir. O gün inanan insanların alacakları güzel sonuç, “Takva sahiplerine vaat edilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu korkup-sakınanların (mutlu) sonudur, inkar edenlerin sonu ise ateştir.” (Rad Suresi, 35) ayetiyle haber verilir.



Gerçek güzellik için, içimizi temiz tutmamız gerek; nefsimizin bencil tutkularıyla birlikte olduğumuzda çirkinleşiriz. “…(Güzel) sonuç takva sahiplerinindir.” (Kasas Suresi, 83) uyarısını dikkate alarak nefsimizi arındırmanın ve temizlenmenin yollarını düşünmeliyiz. Çünkü cennette nefis kalmayacağı için, pislik de olmayacaktır. En önemli sorumluluğumuz, kapıları sonsuzluğa açılacak cennet yurduna layık güzel insan olabilmek için hazırlanmak:


“…Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: "Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin." (Zümer Suresi, 73)

19 Şubat 2011 Cumartesi

Toplumdaki 'Mantık Dini'



İnsanların çoğu, belirli zamanlarda ibadet ederek, ara sıra Kur’an ahlakını yaşayarak din ahlakını yaşadıklarını zannederler. Bu kişiler genellikle nefislerinin bencil tutkularının ardına düşerek, dünyevi çıkarlarını gözeterek yaşarlar. Bu durum, insanların kendini aldatmasından başka bir şey değildir. Kur’an’da, bu yaşam tarzını benimsemiş kimi insanların Allah’a ‘bir ucundan ibadet ettikleri’ bildirilir:




İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır. (Hac Suresi, 11)




İnsan kendi dinini yaşayamaz, yaşanması gereken Allah’ın dinidir. Cahilce, kendi mantık örgülerine göre bir din yaşamayı düşünenler kendi çıkarlarını gözettikleri bir ‘mantık dini’nin mensubudurlar. Yukarıdaki ayeti gereği gibi düşünerek, kişinin böyle bir ‘mantık dini’ arayışının yanlışlığını fark etmesi gerekir.




Cahiliye insanlarının oluşturduğu bu ‘mantık dini’nin en önemli özelliklerinden biri, Kuran ahlakının gereklerinin, yalnızca kişisel çıkarlarla uyumlu olduğu durumlarda yaşanmasıdır. Bu sapkın inanışa göre, namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak, sabır göstermek, tevekküllü olmak, hoşgörülü davranmak, ihtiyaç içinde olanları korumak ancak çıkarlarla çatışmıyorsa uygulanabilir. Eğer toplum içinde takdir görülecekse, ibadet etmek ve güzel ahlak özellikleri sergilemekte kendilerince bir sakınca görmeyen bu kimseler, şayet toplumdan tepki alacaklarını düşünürlerse, bu dini sorumluluklardan hiç haberleri yokmuş gibi davranırlar.




Bu çarpık mantığa sahip insanlar, ahiretin varlığına da kesin bilgiyle iman etmezler. Çünkü yaşamlarının bir kısmını Kuran ahlakını, geri kalanını ise dünya hayatını yaşamaya ayırmışlardır. Hatta bazen bu kişinin gününün neredeyse 23 saati Kuran ahlakından uzak geçerken, din ahlakını yaşamaya ancak bir saatini ayırır. Oysa insanın yaşamı, ölümü, ibadetleri ve kulluğu yalnızca Allah için olmalıdır. Bir Kuran ayetinde bu konuda “...Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah’ındır.” (Enam Suresi, 162) buyrulmaktadır.




Dünyevi değerlere çok önem veren bu kişiler, sadece belli dönemlerde ihtiyaç içinde olanları korumayı, yoksullara sadaka vermeyi, yardım etmeyi yeterli görürler. Bunlar güzel ve teşvik edilmesi gereken davranışlardır. Ancak bu kişilerin yardımlarındaki asıl amaç, genellikle toplumda ‘ hayırsever’ sıfatı kazanabilmek ve böylece saygın bir yer elde edebilmektir.




Mantık dinini yaşayanların en büyük yanılgılarından biri ise, tüm bu çarpıklıklara ve Kuran dışı inanışlara rağmen kendilerinin gerçek anlamda Kuran ahlakını yaşadıklarını öne sürmeleridir. Oysa gerçek İslam ahlakının, bu kişilerin çarpık mantık örgüleri üzerine kurdukları sapkın yaşamlarıyla hiçbir ilgisi yoktur.




Kuran’da, müminlerin tüm yaşamlarının Rabbimiz’in hoşnutluğuna uygun olduğu bildirilir. Salih müminler, her ne iş yapıyor olsalar, okula gidiyor da olsalar, ticaretle uğraşıyor da olsalar, tüm gün evde de bulunsalar, hasta ya da sağlıklı da olsalar yalnızca Allah’ın hoşnutluğu için yaşarlar.




Çok açıktır ki, samimi müminlerin yaşamında “biraz Allah rızası için, biraz nefsi için” gibi bir ayrım asla yoktur. Yaptıkları her işte yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu kazanma çabası vardır. Samimi müminler dini yalnızca Allah için yaşarlar.




(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)




Samimi inanan, yapacağı davranışları ve sözlerini ‘mantık süzgecinden’ değil, tam bir mümin hareketi ve mümin ahlakına uygun olup olmadığı konusunda süzgeçten geçirir..Her adımında ”cennette böyle bir tavır içinde olabilir miyim?” diye düşünerek Kuran ahlakına uygun tavırlar sergiler.




Rabb’in huzurunda yapayalnız hesap vereceğimizin bilinciyle, yaptığımız tüm ibadetleri samimiyetle yerine getirmeye çaba gösterelim. Kendi nefsimize uygun olanı seçmeden, Allah’ın emrettiği şekilde ve O’nun sınırlarını koruyarak yaşayalım. Yaşamımızdaki gaflet perdelerini kaldıralım; son perde açıldığında arkasındaki muhteşem güzellikleri görebilmeyi umut ederek…

18 Şubat 2011 Cuma

İnsanlar Neden Mutsuz?



Sevgisizliğin günümüzde tüm dünyayı sardığı, insanların birbirlerine gittikçe daha da yabancılaştığı çok açık gerçektir. Büyük kentlerdeki insanlar göz göze gelmez hatta birbirlerinin yüzüne bakmaz. Derin ve samimi sevgiyi yitiren insanların, adeta içleri boşalmış, kişiler manevi anlamda tükenmişlerdir.

Sevgi ve aşkı yitirdiğinde, insanın içinde korkunç bir boşluk meydana gelir ve artık yitirilenlerin yerini sıkıntı, azap, korku, gerginlik, kuşku ve panik alır. Bu acıdan kurtulmak için de birçok insan ya uyuşturucu ya da aklı örten, insan bedenine ve ruhuna zarar veren tehlikeli maddeler kullanmaya başlar. Ve doğaldır ki sonuç da çok kötü olur.

İman etmeyen kişi para, yiyecek, içecek, zenginlik, kısacası her şeye sahip olsa da bir türlü mutlu olamaz. Elde ettiği her şeyi bir gün yitirebileceği korkusu içinde huzursuz bir yaşam sürer. İnsanların mutsuzluğuna yol açan asıl neden tabi ki Allah’tan uzak yaşamaktır. Ancak detaylandırarak inceleyecek olursak insanı mutsuz eden birçok sebep vardır. Bu sebeplerin en önemlilerinden biri Çözümü Kur’an’da aramamaktır.

Yaşadıkları durumun açmaz bir hal aldığını açıkça gören kişiler, hayat tarzlarının bekledikleri sonucu vermediğini, kendilerini tatmin etmediğini ve hatta sıkıntıya soktuğunu yoğun olarak hissederler. Ancak buldukları çözümler din dışı cahiliyenin alternatifleridir ki bu denemeler onlara birşey kazandırmaz. Çünkü cahiliye sistemleri temelde birbirinden farklı değildir; insanlar, mekanlar ve koşullar değişse de yaşanan kaygılar, amaçlar hep aynıdır. Zengin ya da yoksul, kültürlü ya da varoşlarda yaşayan kişinin de, orta halli olan insanın da asıl hedefi dünya hayatına yöneliktir.

Oysa dünya hayatı hırsla ardından kovalanmaya değmeyecek kadar kısadır. Dünyevi hiçbir şey kalıcı değildir; ölümle birlikte tüm kazanılanlar yok olucudur. Bu nedenle nefsani attığı her adım kişiyi sıkıntıya götürür.

Din dışı cahiliye toplumlarında, insanları dini yaşamaktan alıkoyan pek çok telkin vardır. Bu telkinlerin en tehlikelilerinden biri, dini yaşamanın zor olduğu şeklindeki gerçek dışı inanıştır. Bu kimseler, dini asıl kaynak olan Kur’an'dan ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetinden öğrenmedikleri için, kulaktan dolma asılsız birçok inancın ‘din’ olduğunu zannederler. Dinin, hayatlarını zorlaştıracak kısıtlamalar getireceğine inanırlar. Oysa gerçekte ise Allah'ın dinini yaşamak ve emirlerini yerine getirmek son derece kolaydır.

Yüce Allah "... Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez..." (Bakara Suresi, 185) ayetiyle bu gerçeği tüm insanlara haber verir. Kur’an’daki tüm emir ve hükümler insanların fıtratlarına en uygun şekilde yaratılmıştır ve hiçbirinde bir zorluk yoktur. İnsan Kur’an’a tabi olup, Rabb’inin sınırları içinde yaşadığında gerçek mutluluğu yaşayabilir. Kuluna can veren Allah, onun mutlu ve huzur içinde yaşayacağı en güzel sistemi de yaratmıştır.

Bediüzzaman Said Nursi de Şualar’ında kolay ve güzel bir yaşama ancak samimi olarak din yaşandığında kavuşulabileceğini söyler:

"İman ve tevhid yolu, gayet kısa ve doğru ve müstakim ve kolaydır. Ve küfür ve inkâr yolları gayet uzun ve müşkilâtlı ve tehlikelidir. Demek bu istikametli ve hikmetli ve herşeyde en kısa ve kolay yolda sevk edilen bu kâinatta, elbette şirk ve küfrün hakikatları olamaz ve İman ve tevhidin hakikatları, bu kâinata güneş gibi lâzım ve vâcibdir.” (Şualar, Sf.490)

İnsan dünyaya değil, Rabb’ine yöneldiğinde huzuru bulur, ancak O’na yakın, O’na dost olduğunda bu sıkıntılardan kurtulabilir. Kalbi, “…yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 28)

Allah’a yakın olmayı, O’nu hoşnut etmeyi dileyen insan, O’nun Kendisini tanıttığı hak kitabı okur, düşünür ve yol gösterici olarak ona tabi olur. Kişinin karakterini ve yaşam tarzını belirleyecek kıstas Kuran'dır. Ve bu yol gösterici, ona uyanı karanlıklardan aydınlığa çıkaracaktır.

Kur’an'a tabi olarak kazanılan karakterde sıkıntı, huzursuzluk ve kaygı olmaz. Kur’an ahlâkıyla ahlâklanan kişi kesinlikle güzel bir yaşama, dengeli bir ruh haline ve güzel davranışlara sahiptir. Yüce Allah’ın bu karakteri yaşayan müminlere vereceği karşılık ise en güzelidir.

Çünkü Allah, yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara Kendi fazlından artıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. (Nur Suresi, 38)

17 Şubat 2011 Perşembe

Dini Yaşamak İnsanı Sanattan Engeller mi?



Din ahlakını yaşamak insanı sosyal yaşamdan, güzelliklerden ve sanattan engellemez, aksine daha çok haz almasına neden olur. Güzelliklerden, sanat ve estetikten en çok zevki müminler alırlar. Çünkü güzel bir sanat eserinden rengarenk çiçeklere, meyvelere, etkileyici mekanlara kadar her şeyin, sonsuz güzellikleri sanatının içinde yaratan [Sani] Allah tarafından verilmiş nimetler olduğunun bilincindedirler.


İnanan insanlar, Allah’ın bir örnek edinmeksizin yarattığı her güzellikten ruhen çok derin heyecan duyarlar. Muhteşem bir manzara, tomurcuğundan yaprakları ütülenmiş gibi çıkan rengarenk bir çiçek, konforlu ve ferah bir ev, şık bir kıyafet, sevimli bir hayvan, özenle hazırlanmış bir masa, güzel bir müzik kişinin ruhuna şiddetli haz verir. Tüm bu etkileyici güzelliklerin Allah Katından bir rahmet olarak kendilerine sunulduğunun bilincinde olmaları, inananların ruhunda heyecan oluşturur. Çünkü hoşa giden her şey, Allah’ın kullarına olan sevgisinin bir yansımasıdır.


Yüce Allah’a kesin bilgiyle inanan, izlediği her görüntüyü, duyduğu her sesi O’nun birçok hayır ve hikmetle yarattığını bilen bir mümin, hiçbir güzelliğe karşı duyarsız ve umursuz davranmaz. Müminin gördüğü güzelliklere karşı fiili olarak da hoşnutluğunu ifade etmesi Kuran ahlakının bir gereğidir. Bu nedenle mutlaka o güzelliği yaratanın Allah olduğunu dile getirir, O’nun gücünü gereği gibi takdir eder, tüm övgüsünü Allah’a yöneltir.


Estetik, sanat ve güzellik, imana çok etki eder. Örneğin Kuran’daki bir kıssada Sebe Melikesi’nin, Hz. Süleyman’ın muhteşem sarayına geldiğinde, mükemmel bir çalışmayla yapılmış cam zemini su birikintisi zannederek müthiş etkilendiği anlatılır. Ardından Sebe melikesinin ruhundaki derinleşmeyi ve aldığı hazzı görürüz. Tüm bu etkileyici görünümler onun iman etmesine vesile olmuştur.


İnanan insanlar, her şeyin gerçek sahibinin Allah olduğunun şuurundadırlar ve bu nedenle dünyevi hiç bir şey için bencil tutkularının ardında hırsla koşturmazlar. Dinden uzak cahiliye insanları gibi her an sahip olduklarını yitirme korkusuyla yaşamazlar. Kısımlandıran, rızıkları, nimetleri adalet, hikmet ve rahmet içinde taksim edip herkese nasibini veren Allah, dilerse tümünü geri alabileceğinin bilincinde yalnızca Rabb’lerine dayanıp güvenirler.


Kur'an tüm insanlığa aydınlığı ve güzelliği anlatır. Ancak karanlık zihniyetli cahiliye insanı ortaya adeta bir kabus tablosu çıkarır. Kendi kafasındaki ve ruhundaki karanlığı ortaya serer bu kişi, ancak o din değildir. Gerçek din pırıl pırıldır, aydınlıktır, huzur doludur. Samimi müminler için kesintisiz bir mutlulukla dolu olan Allah’ın aydınlık ve dosdoğru yolu, yaşamlarından sonsuz ahirete uzanır.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Beni En Güzel Yere ‘Sen’ Ulaştır



İnanan insanın yaşadığı zorluk ne denli büyük olursa olsun, Kendisine ihtiyaç olunan ve Kendisinden yardım beklenen Allah kesinlikle yardım edeceğinin, destek olacağının müjdesini verir. Allah, Kur’an’da haber verildiği gibi göklere, yere ve dağlara sunduğu, ancak onların korkarak yüklenmekten kaçındıkları emaneti yüklenen insana, taşıyamayacağı yükü asla vermez.



Müminin yapması gereken, Allah’a tam bir teslimiyetle teslim olmak ve zorlukla imtihan edilirken sabır göstermektir. Yaşanan tüm sıkıntıların sonu gelir. Hatta yaşanan en zor durumlar bir süre sonra, adeta başkasının başından geçmiş gibi anlatılır. İnsan, Allah’ın kendisi için belirlediği, hayır ve hikmet üzere yarattığı her olayda Rabb’ini görmeli, nezaketle sabretmelidir.




Musibetin Allah’tan geldiğine kanaat getirmek, kişinin sabrını ve tevekkülünü artıracaktır. İmtihan yaşamak, Allah’ın hatırlatmasıdır; kulunu unutmadığının müjdesidir. Ahirette yaşanacak ve asla tükenmeyecek sıkıntıdan uzak olabilmek için zorluk zamanlarında güzel ahlâk göstermelidir insan; orada her şey gibi azap dolu sıkıntılar da sonsuzdur çünkü…



Samimi mümin her durumda Allah’a teslimiyette ve bağlılıkta kararlı olur. Yaşadığı musibet geçici, yok olucu ve sonludur. Ancak biteceği anı bekleyerek tahammül etmek değildir samimi müminin yaşadığı. O Rabb’i için sabreder; teslimiyetle, tevekkülle, yine O’nun yardımını bekler.




Kendisine yalvaranların isteklerini veren Allah, "...İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır." (Rum Suresi, 47) ayetiyle samimi inananlara yardım etmenin üzerinde hak olduğunu haber verir ve tümüne desteğini vaat eder. Kulu aciz ve çaresiz kaldığında, güç yetiremediğinde yardımıyla yanındadır; O kuluna şahdamarından yakındır. Ve “O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.” (Ali İmran Suresi, 150)



‘Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır." (Bakara, 214) Ancak yakın/uzak kavramları dünyevi ve bizim için geçerli kavramlardır. Allah katında zaman yoktur, O zamandan münezzehtir. Bu nedenle yardım o an da gelebilir, yıllar sonra da. İnsan yalnızca sabrederek, umutvar olarak yardım diler; yardım gelene dek, hatta ondan sonra da sözüne olan sadakatiyle denenir.



Hz. Yunus balığın karnında karanlıklar içindeydi ve “Eğer (Allah'ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı”, Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı. (Saffat Suresi, 143-144) ayetiyle bildirildiği gibi kıyamet gününe kadar orada kalacaktı. Ancak o sürekli Rabb’ini anmış, sonsuz merhamet sahibi, müminlerin dostu olan, onlara hayır yolları açan Allah’ın yardımıyla aydınlığa kavuşmuştu.



O, insanın içinde gizlediklerini bilen, Kendine yalvaranların isteklerini veren, icabet edendir... İnsanın içinde gizlediği tek bir düşünce bile Allah'tan gizli kalmaz. İnsanın samimiyetle Allah'tan bir istekte bulunması için düşünmesi bile yetebilir. İçinden geçen, duası olur müminin ve Kendine yalvaranları işiten Allah icabet eder. İnsan olumsuz düşüncelerle oyalanacağı yerde Allah’a sığınıp dua ettiğinde, sorun çözülecektir.



Yaşadığı zorluk durumunda kendisini adeta karmaşık bir labirentte çaresiz hisseden, çıkış yolunu bulamayan insan, karamsarlığa kapılmamalıdır. Şeytan, çıkış yolunu hiç bulamayacağı, orada kalacağı yönünde karamsarlık telkini verir; ancak o ne olacağını bilemez, sadece fısıldar. İnanan insan bilmelidir ki, yaşadığı olay ne denli zor da olsa, kendisi için mutlaka bir güzellik, bir hayır vardır. Ve kendisine o labirentten çıkış yolunu gösterecek olan yalnızca Rabb’idir. Karanlığı yarıp sabahı çıkaran Allah’a sığınıp, tam bir teslimiyetle teslim olduğunda ve için için dua ettiğinde, O kulunu aydınlığa çıkaracaktır.



Her şey kusursuz olursa imtihan yaşanmaz. Mümin bir şeyleri aşmalıdır ki, Allah'ın huzuruna temizlenmiş, arınmış olarak çıkabilsin. Musibetler müminlerin üzerine yağmur gibi yağar; ancak her yağmurla mümin daha da arınır…Yağmur yağmasa kul Rabb’ine aşkını nasıl kanıtlayabilir? Yaratılmışlar hakkında hayır, rahmet ve irade buyuran, sayısız nimetlere kavuşturan Allah kuraklık vermesin bizlere... Allah’a karşı samimi olursak, O bize doğru yolları ilham edecektir…
“Allah’ım bana zahirinde de bir şey bırakma ve beni en güzel yere sen ulaştır…”

Başucumuzda Ölüm…



Bir saat sonra ölüm meleklerinin geleceğini, canınızın alınacağını hayal edin. O an anlamını yitirecek olanların neler olduğunu düşünün. Tümü, yaşam boyunca en çok değer verdiğiniz dünyevi şeyler değil mi?... Nasıl da bir anda anlamsızlaştı hepsi?


Acaba o an, Allah’ın huzuruna çıkmaya hazır mısınız? Gereği gibi kulluk ettiniz mi Rabb’inize?

Yıllar boyu çalışıp, sahip olduğu trilyonu çekmek için gittiği bankanın kapısında ölen birini konu etmişti bir gazete haberi... O anda her şey bitti, o kadardı işte…


Dünya, ahiretle kıyas bile edilmeyecek kadar basit ve değersiz. Bunu vurgulamak içindir ki, dünya’ kelimesi, Arapça ‘dar, sıkışık, alçak’ anlamından türemiş. İnsanlar bu dar, düşük dünyadaki 60-70 yıllık ömürlerini çok uzun, tatmin edici, değerli zannederler, ama göz açıp kapama süresidir; ömür geçer. Ölüm yaklaşınca, insanlar yaşamın ne kadar kısa sürdüğünü kavrarlar.


Denir ki onlara; "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Derler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor. Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz. Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" (Müminun Suresi, 112-115)


Cahiliye, bilgisiz, bilinçsiz bir toplumdur. Bireyleri, yaşamlarını kesin gerçeklere ve akla dayandırmazlar. Boş/batıl inançlar, gerçek dışı zanlar, kısacası aldanış ve yanılgıyla yaşarlar. Yanılgıların biri de, ölüme ilişkindir. Ölüm, elden geldiğince düşünülmemeli, konuşulmamalı, hatta akla getirilmemelidir.


Ölümü göz ardı ederek yapmak istedikleri; akıllarınca ölümden kurtulmaktır. Düşünmeyerek uzaklaştıklarını zannederler. Bu devekuşu mantığı, ölüm tehlikesini ortadan kaldırır mı? Tam tersi insan hazırlıksız yakalanır ve dolayısıyla daha büyük zarar görür.


Cahiliyenin bu mantığı samimi inanan için asla geçerli değildir. Ölüm, yaşamdaki tek kesin ve açık gerçektir; o bunu yok sayarak sanal bir dünyada yaşamaz. Ölümü ciddiye alır, ciddi düşünür, ciddi konuşur, ciddi hatırlatır. "…Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8) ayetiyle uyarır…


Ölüm göz ardı edilmesi gereken bir ‘bela/musibet’ değildir; ölüm yaşamın gerçek anlamını hatırlatan ve yoğun düşünülmesi gereken önemli bir olaydır. Samimi insan, neden tüm canlıların ölümlü olduklarını, Allah'ın neden belli bir sürenin sonunda insanın dünya hayatını sona erdirdiğini derin düşünür. Her varlığın ölümlü olması, Yaratan karşısındaki aczi ve zayıflığı gösterir. Herşeyin olduğu gibi, yaşamın sahibi de Allah'tır. Tüm yaratılmışlar Allah'ın dilemesi ile var olurlar ve yine O’nun dilemesi ile yaşamlarını yitirirler.


(Yer) Üzerindeki herşey yok olucudur; Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü (Kendisi) baki kalacaktır. (Rahman Suresi, 26-27)


İnsanın ölümü kendisinden uzak görmesi, kendisini cennet için yeterli zannetmesi, “nasılsa Allah affeder” deyip tevil yapması, “Allah büyük” dediği halde, gerçekte Allah’ın büyüklüğünün farkında olmaması demektir.


Birçok insan ölümü görünce isyan eder. Yakını ölür, “zamansız öldü”, “içimde yaşıyor” der. Kaderi mi biliyor ki zamansız olsun ölüm? Ruh ve beden daha önce de ayrıydı, şimdi ayrılınca neden garip olsun? Ölümün geleceğini biliyorken kabullenemez ölümü, “hak etmedi, yakışmadı” der. Oysa felaketler, deprem, sel, ölüm hepsi haktır; çünkü Hak’tan gelir.


Ölüm her an, her yerde, her şekilde gelebilir. Alınan nefesin geri verilebileceğinin garantisi yoktur. Bu yüzden her an ölecekmiş gibi davranmalıdır. Ölümü sık düşünmek insanın şuurunu açar; insan o zaman yaşamına Kur’an penceresinden bakar, Rabb’inin sınırlarını ihlal etmeden yaşar. Dünya imtihan mekânıdır ve “…Her nefis ölümü tadıcıdır.” (Enbiya Suresi, 35)


Ölüm boyut değiştirmedir. Ölüm sevgiliyi sevgiliye kavuşturan köprüdür. Yaşamı boyunca, nefsini hastalıklardan kurtarmaya çalışmış samimi insan için asla korkulacak bir olay değildir. Ölümle birlikte bir anda görüntüsü değişen mümin, -Rabb’inin dilemesiyle- cennet görüntüsünü izlemeye başlar.


Bunca kanıt ve kesin bir gerçek olan ölüm varken, şeytanın etkisiyle tüm bunları unutarak, gaflet içinde sürdürülen bir yaşam, insanın sonsuz yaşamına mal olabilir…


“Sana nasihat edici olarak ölüm yeter” Hz.Muhammed(sav)

15 Şubat 2011 Salı

Çile Cennete Ulaştırır



İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? (Ankebut Suresi, 2)



Yüce Allah, “iman ettim” diyen kulunu dünya hayatında imtihan edeceğini bildirir. İnsanların yalnızca diliyle “ben inanıyorum” demesi yeterli değildir; Allah kullarından samimi bir iman ister. İnsanın dünyadaki görev ve sorumluluğu Allah’a iman etmek, Kur’an ahlakını yaşamak, Rabb’inin sınırlarını korumak ve O’nun rızasını kazanmaya çalışmaktır.



Dini yaşamaya karar veren insan, şeytanın kendisini saptırmak için göstereceği tüm çabalara rağmen Allah’ın dosdoğru yolunda yürümekte kararlı olduğunu kanıtlamalıdır. Nefsinin bencil tutkularını Rabb’inin hoşnutluğuna tercih etmeyeceğini de davranışlarıyla göstermelidir. Peygamberimiz(sav) de bir hadisinde; "İman, kalben bilip tasdik etme, dil ile söyleyip ikrar etme, beden uzuvlarıyla da amel etmektir." (Hz. Ali r.a. Kütüb-i Sitte, 16. Cilt , Sf. 492) buyurur.



Allah, imanı yaşamayı kabul eden kulunun karşısına sabır göstermesi gereken zorluklar çıkaracak ve göstereceği tepkilerle onu sınayacaktır. Allah Kuran’da Bakara Suresi, 155. ayette, müminleri korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğini bildirir. Kur’an’la haber verilmesine rağmen, iman eden insanın karşılaştığı zorluklara şaşırması doğru değildir. Yaşanan zorluklar sıradan gibi görünen günlük sorunlar ya da büyük bir felaket gibi görünen olaylar olabilir. Samimi mümin, tümüne imtihan gözüyle bakar, Allah’a tevekkül eder ve O’nu hoşnut edecek en uygun olan davranışı gösterir.



Mümin zorluktan, çileden, beladan kaçmaz; çünkü her şey kusursuz olsa, o zaman sınama olmaz. İmanın denenmesi ve yaşanan zorluklar karşısında imanın olgunlaşması/derinleşmesi, kısacası sağlam olabilmek için insanın zorlanması, canının acıması gerekir. İmtihan mekanı olarak yaratılmış dünya, yaşadığımız olaylarla sınandığımız, sonsuz yaşamımıza geçiş aşamasıdır. Zorluk yaşamadan ve o zorluk anlarında Rabb’imize sadakatimizi, sabrımızı, tevekkül ve teslimiyetimizi göstermeden sonsuz mutluluğa ulaşamayız. Yaşadıklarımızın imtihan olduğunun bilincinde olur ve güzel ahlak gösterirsek, en şiddetli zorluk zamanında dahi Allah’ın yardımını umut edebiliriz.



Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü’minlerle; "Allah’ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)



Allah’a gönülden yönelen insan, yaşadığı zorluk ne denli büyük olursa olsun, mutlaka bir kolaylıkla karşılaşacak ve Allah’ın dilemesiyle doğruyu bulacaktır. İmtihan dünyasının en büyük kazançlardan biri, iman sahiplerinin sınamalar karşısında gösterdikleri güzel ahlak, cesaret ve sabrın, onların ahiretteki derecelerini artıracak olmasıdır. Bu, imtihanın her zaman müminlerin lehine olan sırrıdır.



Yaşadığımız her olayda bir İlahi hikmet vardır. Mümin bu gerçeği her zaman aklında tutar ve daima Allah’ın hoşnutluğuna uygun tavırlar sergileyerek imtihanını kazanmaya çalışır. İnanan insan imtihana talip olur; imtihanda Rabb’ini görür ve imtihanını sever. Dünyada yaşadığımız imtihanların ise, umut ettiğimiz sonsuz cenneti düşündüğümüzde hiçbir önemi yoktur.



"Yoksa siz, Allah, içinizden cehd edenleri (çaba harcayanları) belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?" (Al-i İmran Suresi, 142)



Allah aşkı ile yanan kul, imtihanı, acıları Rabb’ine tam teslim olarak yaşadıktan sonra, alacağı karşılık en güzelidir. Tevekkülünün, sabrının karşılığında sonsuz kurtuluşu kazanır; çile onu cennete ulaştırır.

13 Şubat 2011 Pazar

Hazır Bulduğumuz Muhteşem Güzellikler


İnsanlar için bir imtihan ortamı olarak dünya hayatını yaratan Allah, onlar için sayılamayacak kadar fazla nimet bahşeder. İhtiyaç duyacağı veya seveceği, haz alacağı tüm koşulları daha insanı var etmeden önce onlar için hazırlar. Soluyacağı hava, gökyüzünde süzülen birbirinden güzel kuşlar, sayısız çeşitlilik ve güzellikteki bitkiler, ruhu etkileyen estetik çiçekler, eşsiz nimetler, sevdiği insanlar, yüreğini coşturacak derecede güzel ve sevimli canlılar, kusursuz dengeler, mucizevi sistemler ve daha pek çok detayı Allah kulları için var eder...
İnsan dünyaya gözünü açtığı an, gereksinim duyduğu her şeyi hazır olarak bulur. Her şey korunmaya/beslenmeye muhtaç bu canlının minik boyutlarına ve yaşam koşullarına uygundur. Annesinin sütü dahi doğduğu andaki tüm ihtiyacına yönelik olarak hazırdır. %90 ı su olmasına rağmen…
Tüm yiyecekler, tüm dünya, tüm evren içeriğindeki her detayla insanın yaşam koşullarına uygundur. İnsanın ise bunlara sahip olmak için hemen hiç çabası olmamıştır. Muhteşem bir denge ve düzen emrindedir. İnsana daha kendisi bile habersizken bunların tümünü bahşeden Allah’tır.
İmanı sevmek ve imanın verdiği coşkuyla maddi/manevi tüm güzelliklerden haz almak, inkarı ise çirkin görmek, -doğal gibi görünse de- gerçekte Allah’ın lütfuyla kavuşulan bir nimettir. İmanı kalplerde süsleyip çekici kılar Allah; inkârı da çirkin gösterir… Allah aşkıyla bakarak her şeyde Rabb’inin tecellisini görebilenlerin aksine, inanmayanlar imanın içerdiği güzellikleri göremezler. Allah’tan uzak yaşayanların iç karartıcı, simsiyah, karanlık sisteminden zevk duyarlar. İnkar sistemlerinin içerdiği tüm pislikler ve kötülükler, onlar için ‘süslü ve çekici’ dir.
Rabb’ini kesin bilgi ile tanıyan, O’nun kuşatıcı rahmetini görebilen, sevdiği/ beğendiği herşeyin O’nun katından bir nimet olarak kendisine sunulduğunun bilincinde olan insan ise Allah aşkını doruğunda yaşar. Üstün imana ulaşan insan Allah dışında kimsenin hoşnutluğunu amaçlamaz ve Allah’tan gayrısından yardım ummaz. Kalbi sadece Rabb’ini anarak tatmin bulur. Allah’ın hoşnutluğu için güzel işler yaparak, güzel ahlakı yaşayarak, Allah’ın buyruklarına uyup, sınırlarını gözeterek mutlu olur. Kuşkusuz bu güçlü ve kararlı iman, sayısız güzellikleri, rızıkları, nimetleri adalet, hikmet ve rahmet içinde taksim edip herkese nasibini veren Allah’ın lütfu sayesindedir.
İnsanı karanlıklardan nura, ‘O güçlü ve övgüye layık olanın dosdoğru yoluna çıkarması’ için bir de kitap indirmiştir Allah. İnsanın ihtiyacı olan her konuyu içinde bulduğu, doğruyu yanlıştan ayıracak, hangi davranışların Allah’ın hoşnutluğuna uygun olacağının tarif edildiği, hikmet dolu, yol gösterici bir kitap; Kur’an …
Yalnızca Allah’a yönelmiş kul, yaşamını, sonsuz aklı ve sanatıyla en güzel detayları yaratmış olan gerçek dostunun rızasına uygun olarak şekillendirecektir. Sevilmeye, yüceltilmeye, güvenilmeye, gerçek dost edinmeye tek layık olan Rabb’idir. Akıl ve hikmet gözüyle bakabilen bir insan, bir kelebeğin kanatlarındaki yanardöner renklerde ve desenlerinde gördüğü sanat karşısında Allah’ın üstün ilmine daha yakından tanık olur. Allah, yarattığı tüm canlılara ayetlerini/güzelliklerini yerleştirir ve varlığının delillerini insanlara gösterir.
Detaylarda Allah’ın müthiş yaratma sanatını görmek mümkündür. Yakından bakılan her şey, detaylardaki güzellikler Allah’a ‘yakin’ liğimizi sağlar.Allah en çok sevdiklerine en çok detay gösterir. Çünkü en çok onun Kendisini sevmesini ve kendisinden korkmasını ister. İnsanda her hücre sevgiye göre programlanmıştır. İnsanda Allah sevgisi yoksa, bu her uzvuna yansır.
Yaratılmışlar arasında en aciz varlık insandır. Evrende ve kendi bedeninde onun hiçbir müdahalesi olmadan işleyen milyonlarca sistem yaratılmıştır. Evrende güneşin, ayın, yağmurun; bedeninde kalbinin, beyninin insanın kendi kontrolünde olduğunu düşünelim… Bunun düşüncesi dahi zorlar insanı. Bitkilerin bir gün fotosentez yapmaması durumunda yeryüzünde yaşam duracak iken…
Rabbi karşısındaki acziyle insan neyi kontrol edebilir, neyi egemenliği altında bulundurabilir? Yakın takibini her an hissettiği Allah’ın gücüne ve kudretine sığınan ve O’nun kendisi için hep hayır olanı dilediğini bilen insanın, tek vekili de Allah’tır. Yalnızca Kendisine sığınılan, yarattıklarını nimetlendiren, sonsuz şefkatiyle çepeçevre sarıp kuşatan Allah’a gereği gibi teslim olmak en büyük konfordur.Sürekli güzellikler yaratan Allah’tan başka, insanın vekil edinebileceği dost yoktur. O yaptığı her şeyi en güzel yapandır.
Bize düşen; ancak Kendisine şükredilen, bütün varlığın diliyle yegane övülen Allah’ı bütün noksanlıklardan tenzih etmek, övmek, adını yüceltmektir…“…Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)
O, merhamet eden, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedi nimetler vermek suretiyle mükafatlandıran, ezelde bütün yaratılmışlar hakkında hayır, rahmet ve irade buyuran, sevdiğini sevmediğini ayırt etmeyerek sayısız nimetlere kavuşturandır. O Rahman’dır; Rahim’dir.

12 Şubat 2011 Cumartesi

Tek ve Gerçek Sevgili



İnsan o tek ve gerçek Sevgili'ye aşkla bağlanmak için dünyaya gelir. O tutkulu aşkı içinde hissetmek, O'na deli aşık olmak için gelir.

İnanan insan yılda tek bir günü değil, her gününü Sevgili'sine adar. Mutluluk ancak O'nun aşkıyla olur, bunun dışında kalpler tatmin olmaz; kurtuluş yolu bulunmaz. İnsan yüzlerce yol dener ancak başka türlü mutlu olamaz. Yaşaması gereken, bu samimi ve gerçek aşktır.

Her an O'nun aşkıyla yanmak, insana şevk ve canlılık verir. Bu ruhla yaşayan, O’na teslimiyeti derinden hisseden insan için tedirgin olacağı, rahatsızlık duyacağı bir şey yoktur. İnsan ancak O'nun aşkıyla huzur bulabilir, rahat olabilir.

Aşkıyla yanan kullarına O'ndan güzellik geçer; bu gerçek güzelliktir. Güzel insanlar diğer insanların yakınlık duymasına ve onları örnek almalarına vesile olur.

O her olayı inananlar için hayırla yaratır. Bunu bilmek, O’na duyulan sevginin nedenlerinden biridir.

O'na yönelip dua edildiğinde icabet edecek olması, O'nu sevmek için önemli bir sebeptir. O, sıkıntı ve ihtiyaç içinde olan herkesin duasına icabet ettiğini buyurur. Zorluk anlarında insanların yanlarında buldukları en yakın dost O'dur.

Her insan, bir hiçken O'nun rahmeti sayesinde var olmuştur. Tüm insanları bu dünyada barındıran, zevk ve ihtiyaçlarına uygun çeşit çeşit yiyecekler yaratan O'dur. O'nun, insanlar üzerindeki nimetlerini, her şeye güç yetiren olduğunu ve her şeyi en güzel şekliyle yarattığını düşünmek, O'na olan sevgiyi arttırır.

O sonsuz ilim sahibine duyulan sevgi, yarattığı mucizeler karşısında inananların şevk ve heyecanını arttırır. Bu, insan ruhunun ihtiyacı olan besindir, ruh ve iman bu döngü sayesinde sürekli beslenir.

O, her şeyden müstağnidir; hatasızdır. Ama insan hata yapar. O Sevgili bağışlayıcıdır; tevbeleri kabul eder ve insana kurtuluş imkanı sağlar. Bu da O'na duyulan sevginin çok önemli nedenlerinden biridir.

İnsan, kendisine küçük bir ikramda bulunan ya da iyilik yapan kişiye teşekkür eder, sevgi duyar. Hastalandığında yardımcı olan kişiye sevgisi artar ve duyduğu minnetle onu mutlu etmeye çalışır, üzmekten şiddetle kaçınır. Oysa onlara bu davranışları nasip eden de yine O'dur. Gerçekte sevgi duyulması ve teşekkür edilmesi gereken varlık, o tek Sevgili'dir. Bizi sevindirir, yedirir içirir, sağlık verir, zevk alacağımız güzellikleri yaratır; insanları vesile kılar.

O Sevgili, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Tek dostumuzdur, ‘karanlıklardan aydınlığa’ çıkarır. Sevgimizin temelinde de bu yakınlık olmalıdır.

O'nun sevgisini bilmeyenler birbirlerine de samimi sevgi gösteremezler. Kendilerini zorlayarak insanların sevgisini kazanmaya çalışırlar. Sadece insanların hoşnutluğunu aramaları ve insanların rızasını kaybetme korkuları yüzünden bu kişiler, hayatları boyunca samimiyeti ve imanı yaşayamazlar.

O’na yakın olduğumuz zaman, güzel sıfatları da üzerimizde tecelli eder. “Ben şunu yaparsam hoşuna gider, beni sever “ diye düşünerek yaptığımız davranışlar, salih amel olur, O’na daha da yakınlaştırır.

O'nun nimetleri genelleme yapılarak bile sayılamaz. Diğer sevgililer gibi bugün değil, her gün, her dakika, her saniye hediyelerini cömertce bahşeder. Bu paha biçilemez hediyeleri, hayranlığımızın ve şükrümüzün ifadesi olarak yine O'nun yolunda kullanmalıyız.

İnsanların öncelikle ruhlarındaki ölüyü diriltmeleri gereklidir. Asıl önemli konu, gerçek aşkın insanı sarmasıdır. Gerçek Sevgili'ye aşkını içinde hisseden, dünyanın tüm güzelliklerine kavuşur. Kalbini O’na tam olarak teslim eden insan, artık O'nun yönetimindedir. O'na aşık olan, yaşadığı aşkın güzelliğini ve derin mutluluğunu sürekli içinde hisseder.


Sonsuza kadar O'nun aşkıyla yanmak, sonsuza kadar aynı şiddetli aşkı yaşamak muhteşem güzel bir duygudur. Milyarlarca yıl da geçse, O'nu aynı muhabbetle sevmeye devam etmek...


O, sevginin asıl muhatabı iken O'ndan uzak yaşayan insanlar, gerçek sevgi ve dostluktan da yoksundurlar. Şirk içinde yaşadıkları kısa süreli ve geçici sevgiler, gerçek sevgi değildir; onlara mutsuzluk ve karamsarlık verir. Hayatta gerçek anlamda bir sevdikleri olmadığından sürekli yakınırlar. Oysa ‘tek ve gerçek Sevgili' Allah, onlara şahdamarlarından daha yakındır. “Bir bilselerdi…”

Mutluluğun Anahtarı Nedir?



Mutluluğun anahtarı iman etmektir. İman etmek insan hayatının en önemli konusudur; insana hem dünyada hem ahirette mutlu ve huzur dolu bir yaşam sunar. İman eden insanların, Allah’a karşı duydukları sevgi, bağlılık ve kadere olan teslimiyetleri, onları huzursuz edebilecek her türlü nedeni ortadan kaldırır. Çünkü inanan insan için hayatı boyunca ‘kötü’ olarak nitelendirebileceği hiçbir şey yoktur. Yüce Allah’ın, zahiren ‘şer’ gibi olan herşeyi, kendisi için ‘hayra’ dönüştüreceğini çok iyi bilmektedir. Bu da müminin her zaman imani bir coşkuya sahip olmasını sağlar. Herkesin karamsar olduğu ortamlarda bile, onu üzecek herhangi bir neden mevcut olmadığından, neşesinden hiçbir şey kaybetmez.


Allah’a inanan, O’na dua eden ve tevekkül eden insanların, diğer insanlardan hem ruhsal hem de fiziksel olarak daha sağlıklı olmalarının sebebi, yaratılışlarına uygun davranmalarıdır. İnsanın yaratılışına aykırı olan felsefe ve sistemler ise, insanlara hep acı, hüzün, sıkıntı ve bunalım getirir.



İman ile insan ruhu arasındaki özel ilişki, tıp dünyasında da çeşitli araştırmaların konusu olmuştur. Bir bilimsel araştırma sonucuna göre, inanan gençlerin inanmayan gençliğe oranla daha mutlu oldukları ortaya çıkmıştır. Associated Press bu araştırmayı,“Birçok çocuk için inanç mutluluğun anahtarıdır” başlığı ile dünyaya duyurmuştur.


Harvard Üniversitesi’nden Dr. Herbert Benson’ın dini inanç ile bedensel sağlık arasındaki ilişkiyi inceleyen kapsamlı araştırmaları da, bu konuda dikkat çekici sonuçlar vermiştir. Benson, inançsız bir kişi olmasına rağmen, Allah’a olan inancın ve ibadetlerin insan sağlığı üzerinde başka hiçbir şeyde görülmeyecek derecede olumlu bir etki meydana getirdiği sonucuna varmıştır. Benson’ın vardığı sonuç, kendi ifadesiyle, insan bedeninin ve zihninin “Allah’a iman etmeye göre ayarlı” olduğudur. (Rod R. Seeley, Trent D. Stephens, Philip Tate, Essentials of Anatomy & Physiology, 2. baskı)


İman etmeyen insanlar, ne kadar gayret etseler de, imani bir neşeye sahip olamadıklarından, hiçbir zaman gerçek mutluluğu yaşayamazlar. Çok isteseler bile, bir türlü samimi ve içten bir neşe ile hareket etmeyi başaramazlar. Çünkü mutluluk hissini insan ruhuna hissettiren Allah’tır ve sadece iman eden kullarına bu hissi verir. İmanın kendilerine getireceği huzurdan uzak kalan insanlar gerçek anlamda rahat olamaz, karşılarındaki insanlara da rahatsızlık verirler.



Çevrelerine ‘hikmetle bakan bir iç göz’leri yoktur, o nedenle olayları sadece zahiri yönden değerlendirebilirler. Batınını göremezler; sadece bakarlar. Allah’a samimi ve kesin bilgiyle iman ederek kazanacakları mutluluğu, akılsızlıkları yüzünden kaybedip mutsuz bir yaşam sürerler.
İman etmeyen insanlar, mutsuzluklarını itiraf etmekten kaçınır ve bu durumun çeşitli sebepleri olduğunu ileri sürerler. Onları mutsuz eden ve ‘tesadüfen’ kendilerine gelip çattığını düşündükleri herşey, aslında Allah’ın onlar için yarattığı imtihanlardır. Yaşadıkları zorlukları, Allah’ın bir hikmet üzerine kendilerine verdiğinin şuurunda olmadıkları için, nefislerinin hoşuna gitmeyen olaylar onları üzer, mutsuz eder.


Hüküm verenlerin hakimi Allah, Kendisine iman etmeyen, dolayısıyla akıl erdiremeyen bu insanların üzerine bir ‘pislik’ çökerteceğini bildirir:


Allah’ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkanı) yoktur. O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar. (Yunus Suresi, 100)


İman edenler ile inkar edenler arasındaki bu fark dünyada olduğu gibi ahiret gününde de ortaya çıkar.


O gün yüzler ışıl ışıl parlar. Rablerine bakıp-durur. O gün, öyle yüzler vardır ki kararmış-ekşimiştir. Kendisine, beli büken işlerin yapılacağını anlamaktadır. (Kıyamet Suresi, 22…25)
O gün, öyle yüzler vardır ki apaydınlıktır; Güler ve sevinç içindedir.Ve o gün, öyle yüzler vardır ki üzerini toz bürümüştür. Bir karartı sarıp-kaplamıştır.İşte onlar da, kafir, facir olanlardır. (Abese Suresi 38…42)

10 Şubat 2011 Perşembe

Yıkıma Götüren Duygu: Kıskançlık


Kıskançlık, birçok insanı yıpratan, yıkıma uğratan bir tavır bozukluğudur. İnsanların dünyaya olan bağlılıklarından kaynaklanan kıskançlık, Allah Katında çirkin görülen bir durumdur. Yüce Allah Kuran'da "... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır..." (Nisa Suresi, 128) ayetiyle insanların nefsindeki bu özelliğe dikkat çeker. "Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur." (Şems Suresi, 9) ifadesiyle de insanın nefsini kötülüklerden arındırdığında kurtulabileceğini haber verir. Aksi halde ise "Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır." (Şems Suresi, 10) ayetiyle bildirildiği üzere nefsindeki bu kötülükler insanı yıkıma götürür. Kıskançlığın insanı ne denli yıprattığı ve verdiği azabın boyutları ortadadır.


Dinden uzak cahiliye toplumu bireylerinin kıskançlığa bakış açıları Kuran'da bildirilenlerden çok farklıdır. Bu duygunun her insanda az ya da çok olması gereken insani bir özellik olduğunu düşünen bu kimseler, kıskanç olmayanları garip karşılarlar. Çünkü kendileri yaşamları boyunca çevrelerindeki insanların hemen her şeylerini; başarılarını, güzelliklerini, yeteneklerini, evlerini, arabalarını, zenginliklerini hatta ailelerini ve çocuklarını dahi kıskanırlar.Kıskanç kişiler diğer insanların güzelliğinden ya da başarısından rahatsız olur, sıkıntı ve hırs duyarlar. Hatta bu hırsları onları karşılarındaki kişilere zarar verme isteğine kadar götürebilir. Allah, haset edenlerin şerrine karşı "De ki: Sabahın Rabbine sığınırım. Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfüren-kadınların şerrinden ve hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden." (Felak Suresi, 1–5) ayetiyle müminleri uyarır.


Müminler ise cahiliye insanları tarafından çok normal karşılanan, hatta beğenilen kıskançlığın, gerçekte çirkin bir özellik olduğunu bilirler. Kıskanmak bir yana, tam aksine birbirlerinin iyiliği, başarısı ve daha fazla nimete kavuşmaları için Allah'a dua ederler. Kuran ahlakına uygun olan davranış da budur.


Ancak iman ettiklerini söyledikleri ve kıskançlığı makul görmedikleri halde, zaman zaman nefislerinin telkinlerine kapılabilen insanlar da vardır. Nefislerinin bu kişilere bir diğer telkini de, bazı durumlarda kıskançlık duygusu yaşamalarının Kuran'a aykırı olmayacağı yönündedir. Müminlerin sevgi, dostluk, güven gibi konularda en önde olmak istemeleri Kuran’a uygun bir istektir. Bir mümin kendisinden daha güzel bir ahlak gösteren diğer müminle gurur duyar ve ona gıpta eder. Kıskançlık ve gıpta etme duyguları birbirinden çok farklıdır, din ahlakını tanıyan ve yaşayan samimi mümin bu farkın bilincindedir.


Söz konusu olan, güzel ahlaka dair özellikleri dahi olsa, samimi iman eden bir insan kıskançlıktan şiddetle kaçınır. Karşısındaki müminin güzel ahlakına özenip, gıpta etmesi asla rekabete girmesini gerektirmez. Kuran'daki "…hayırlarda yarışınız" (Bakara Suresi, 148) buyruğu gereği, Kuran ahlakını doruğunda yaşayan ve anlatan kişi olabilmek için rahmani bir çaba gösterir. Ancak bu rahmani yarışta kıskançlık ve rekabet olmaz. Çünkü hedef yalnızca Rabb’imize yakınlaşmaktır. Allah için yaşayan bir mümin, diğer müminlerin de Allah'ın rızasını ve cennetini kazanmalarını ister; bunun için dua eder.


Kuran ahlakının getirdiği huzuru yaşamak varken, farkında olmadan bu cahiliye ahlakının sıkıntısını yaşamak zorunda kalan kimseler, Allah'ın verdiği nimetlerle yetinmeyi ve şükretmeyi düşünemedikleri için mutsuz yaşar, azap çekerler.


İçten içe yaşanan bu azaptan kurtulabilmek için tüm güzelliklerin, malın, mülkün her şeyin gerçek sahibinin Rabb’imiz olduğunu, Allah’ın tüm bunları insanlara farklı şekillerde vererek onları imtihan ettiğini bilmek yetecektir. Böylece mümin için her güzellik, haz alınacak birer nimete dönüşür.


"Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi (malı) temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay (olduğu gibi), kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah'tan O'nun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekten, Allah herşeyi bilendir." (Nisa Suresi, 32)



İnsanı yaratan, sahip olduğu tüm özellikleri veren, ona nimetler lütfeden, rızıkları, nimetleri adalet, hikmet ve rahmet içinde taksim edip herkese nasibini veren alemlerin Rabb’i Allah'tır. Her insan birbirinden farklıdır; eksikliklerimiz ya da üstün kılındığımız özellikler de dünya hayatındaki imtihan ortamının birer parçasıdır. Bu imtihanla, Allah'a yönelip şükredenlerden mi, yoksa Kuran ahlakından uzaklaşıp nankörlük edenlerden mi olacağımız ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle dünya hayatının geçici bir imtihan mekanı olduğunun bilincinde olan bir insanın, dünyanın geçici süslerine karşı kıskançlığa kapılması mümkün değildir. Eksikliklerimiz için Allah'a dua etmek, samimi olarak Allah’ın hoşnutluğunu uman insanlar haline gelmemizi sağlayacaktır. Üstün yönlerimiz ise nankörlükten uzaklaştıracak ve Allah’a şükrümüzü artıracaktır. Rekabet ve hırs gibi duygulara kapılanlar, kaderi, tevekkülü, dünya hayatının anlamını kavrayamamış insanlardır.


Kuran'da ayrıca kendisini Hz. Adem'den daha üstün gören şeytanın, kıskançlık yüzünden Hz. Adem'e secde etmeyerek Allah'a isyan ettiği haber verilir. O halde kıskançlık gerçekte şeytana ait bir özelliktir ve Allah'tan korkan insan bundan şiddetle kaçınır.


Kıskançlık büyük boyutlarda zararlara neden olabilen bir duygudur. Doğruyu gördüğü halde kabaran kıskançlık duygusu nedeniyle kişi yanlış yollara sapabilir. Çünkü bu duygu insanın akılcı davranabilmesini ve olayların muhasebesini doğru yapabilmesini engeller. İnsanların birbirlerine karşı olan kıskançlıkları nedeniyle, kendilerine gösterilen doğru yoldan saptıkları Kuran’da “… Kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan 'azgınlık ve kıskançlıkları' yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe Kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.” (Bakara Suresi, 213) ayetiyle bildirilir.



Sonuç olarak bu duyguyu yoğun yaşayan kişiler, bir anlamda Allah’ın sesi olan vicdanının değil, şeytanın sözcüsü olan nefsinin yönlendirdiği yola doğru sürüklenir. İnsanın nefsi ise, Kuran’da haber verildiği gibi, “…var gücüyle kötülüğü emredendir” (Yusuf Suresi, 53). Bu nedenle insanın, Rabbimiz’in hoşnut olacağını umut ettiği yaşama sahip olmak için, öncelikle nefsinin bencil tutkularından arınması gerekir. Gerçek kurtuluş da budur:


"Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur." (Şems Suresi, 9)



Kıskançlıktan Arınmak İçin...


Kıskançlıktan arınabilmek için, öncelikle bu duygunun temelinin tamamen dünyevi değerlere dayandığını bilmek gerekir. Çünkü kıskanılan maddi ya da manevi değerlerin hepsi dünyevidir ve yok olacak şeylerdir. Samimi insan dünya hayatının çıkarlarına kapılmaz ve gerçek yurt olan ahirete yönelir.


"Yoksa onlar, Allah’ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar?..." (Nisa Suresi, 54) ayetiyle bildirildiği gibi sahip olunan tüm değerler, Rabb’imizin Katından lütfettiği nimetlerdir. Ve bunları dilediği zaman alacak olan da yine Allah’tır. Mümin elindekilere şükreder; cennet ehlinde bu gibi çirkin duygulara yer olmadığının bilincindedir ve nefsani olan her şeyden arınmaya çalışır.


Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: "Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimiz'in elçileri hak ile geldiler." Onlara: "İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir" diye seslenilecek. (Araf Suresi, 43)