27 Şubat 2011 Pazar

"Ah Keşke!"





Yüce Allah insanı birtakım eksiklikler ve acizliklerle yaratmıştır. İnsan yaşamı boyunca sayısız kez unutur, yanılır ve hatalar yapar. Ancak yaptığı her hatanın her zaman telafisi vardır. Merhamet edenlerin en merhametlisi olan Rabbimiz, insana tevbe gibi büyük bir nimet vermiştir. Dünya zaten sunulan nimetlerle denenmek, hatalardan arınmak ve eğitilmek için vardır. İnsan dünya hayatında hatalarından dolayı pişmanlık duyduğu an Allah’tan bağışlanma diler ve tevbe ederek Rabbimiz’e yönelir. Allah’a yönelip teslim olan mümin artık Allah’ın yardımını da umabilir.


Azap size gelip çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbinizden, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azap apansız size gelip çatmadan evvel. (Zümer Suresi, 54-55)


İnsan hayati bir tehlike ile karşılaştığı zaman -hep duyarız- yaşamı film şeridi gibi gözleri önünden geçer. Bir anda, dünyadaki ömrünü ve bu süre içinde yaptığı işlerin muhasebesini yapar. Eğer bu kişi dünyada Allah’tan yüz çevirmiş ve O’nun dininden uzak yaşamışsa, bir anda büyük bir pişmanlığa kapılır. Yaşamı boyunca hiç aklına bile getirmediği gerçekler, şimdi apaçık gözlerinin önündedir. Kendisinden çok uzak gördüğü ölümün, aslında çok yakın olduğunun farkına varır. Dünyadayken cenneti hak edecek bir yaşam sürmemiş, Allah’a karşı nankörlük etmiştir ve bu davranışının karşılığını kötü bir şekilde alacağını, şimdi vicdanıyla çok iyi hissetmektedir. Oysa vicdanının sesine ömrü boyunca hiç kulak vermemiş, nefsinin tutkularıyla birlikte yaşamıştır. İçini tarifsiz bir korku kaplar. İçinde bulunduğu bu zorlu durumda, kendisine yalnızca Allah’ın yardım edebileceğini anlar. Eğer Allah kendisini bu tehlikeli durumdan kurtaracak olursa, bu yaşadıklarını kesinlikle unutmayacağına, yaşamının geri kalanını bu gerçekleri göz önünde bulundurarak ve Kur’an ahlakına uygun olarak düzenleyeceğine söz verir.
O anki tehlikeden kurtulabilmek için “…siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: -Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz." (En’am Suresi, 63) ayetindeki gibi yalvara yalvara Allah’a dua eder. Yeter ki kurtulsun ve yaşamına devam etsin...


Ancak, zorluk anında yalvararak Allah’a sığınan bu insanların çoğu, tehlike üzerinden kalktıktan sonra, Allah’a verdiği sözü unutur ve eski yaşamına geri döner. O an hissettiği korku ve pişmanlık, yerini eski nankörlüğüne bırakır. Ölümle yüz yüze geldiği o sıkıntı anında kurtulmak için Allah’a dua eden o değilmiş gibi Allah’tan yüz çevirir. Gaflet içindeki eski yaşamına bıraktığı yerden devam eder.


Karada ve denizde sizi gezdiren O’dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na ’gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)’ olarak Allah’a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız." "Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 22-23)


Oysa bu felaketi bir kez yaşayan insan, aynısıyla hatta daha da zor bir durumla tekrar karşılaşmayacağından güvende midir? Hatta, karaya çıktığında rahatlayan ve kendisini güvenlik içinde zanneden kimse, aynı tehlikeyi, “Size denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O’nun dışında taptıklarınız kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür. Kara tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya üzerinize taş yığınları yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil bulamazsınız.” (İsra Suresi, 67-68) ayetindeki gibi karada da yaşayabilir.


Tehlikeyle karşılaştıkları an Allah’a yönelen kişilerin yaşadıkları pişmanlık, o an içinde bulundukları acizlik ve çaresizlikten kaynaklanmaktadır. Ancak ölümle burun buruna gelmek onları ahirete hazırlık yapmaya değil, “İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, ’gönülden katıksız bağlılar’ olarak, Rablerine dua ederler; sonra Kendinden onlara bir rahmet taddırınca hemencecik bir grup Rablerine şirk koşarlar.” (Rum Suresi, 33) ayetiyle bildirildiği üzere dünya hayatına yöneltmektedir.


İnsanlara yarar sağlayacak gerçek pişmanlık bu değildir. Pişmanlık, insanda radikal değişiklikler meydana getiren bir duygudur. İçten pişmanlık duyan kişi, yaşamının geri kalan bölümünün Allah’ın kendisine verdiği bir fırsat olduğunu düşünür ve eski hatalarına geri dönmemeye gayret eder. Çünkü bu nankörlük onun aleyhine olacaktır.


Kuran’da verilen bu örnekler her insan için öğüt alabileceği birer ibrettir. İnsanın zor bir durumla karşılaşmamış olması, karşılaşmayacağı anlamına gelmez. Bu ayetlerle amaçlanan, insanın her an vicdanının sesini dinlemesi ve kendisini geçici dünya hayatına bağlayan nefsani tutkularından kurtulmak için çaba harcamasıdır. Kişi yaşamındaki önceliklerini belirlemeli ve nelerden vazgeçmesi gerektiği konusunda henüz vakit varken kesin karar vermelidir. İnsan belki yaşamının sonuna kadar böyle bir olay yaşamayacaktır. Ancak yaşamdaki tek kesin gerçek olan ölümle karşılaştığı anda, eğer Allah’ın hoşnutluğunu gözeterek ve O’nun sınırlarını koruyarak yaşamadıysa, kesinlikle pişmanlık duyacağı şeyler olacaktır.


Dünyadayken telafisi mümkün olabilen, ancak ahirette geri dönüşü bulunmayan bu pişmanlığı yaşamamak için insanın yapması gereken, Allah’a yönelmek, O’ndan korkup sakınmak, O’nun Kuran’da bildirdiği emirlerini yerine getirmek, kısacası Kuran’a tabi ve Allah’a teslim olmaktır. Ölümü uzak görmek büyük yanılgıdır, ölüm her insana aynı uzaklıktadır ve çok yakındır. O halde insan sorumluluklarını ertelememeli, aldığı kararları da içtenlikle ve sabır göstererek yaşamına geçirmelidir. Allah’a olan içten duası, yakınlık ve teslimiyeti ise, tehlike anında hissedilen kadar içten olmalıdır.


İnsan şunu hiç aklından çıkarmamalıdır: Gerçek yaratılış amacı, Rabb’inin hoşnut olduğu bir kul olmaktır. Bunun dışında, sahip olduğu mallar, ailesi, çevresi, kariyeri bu amaca ulaşmak ve Allah’a yakın olmak için birer araçtır. Bu nimetlerle yalnızca nefsinin bencil tutkularını tatmin etmeyi amaçlayan, tüm bunların Allah’a şükretmesi ve O’na yönelmesi için verildiğini unutan kişilerin durumları Kur’an’da, “De ki: "Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi?" "Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar." İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız.” (Kehf Suresi, 103-105) ifadeleriyle bildirilir.


Bu kimselerin dünya hayatında yaptıkları her şey -Allah’ın dilemesiyle- boşa çıkacak, dünyevi kazançları kendilerine ahirette hiçbir yarar sağlamayacaktır. Allah’ın hoşnutluğunu değil nefislerinin fücurunu gözeten bu kişiler, ölüm meleklerini karşılarında gördükleri an artık dönüşü olmayan korkunç hatalarını fark edecek ve pişmanlıkları sonsuza dek sürecektir. Bu sonsuz sürecek pişmanlığı yaşayan kişilerin sözleri Kuran’da şöyle haber verilir:


Der ki: "Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim." (Fecr Suresi, 24 )"... Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım." (Kehf Suresi, 42)"... Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım," (Furkan Suresi, 27)


Dünyada yapıp ettiklerinden ve ertelediklerinden dolayı ahirette pişmanlık ve korkunç bir çaresizlik içerisinde bu sözleri söylemek istemeyen her insan, hiç vakit kaybetmeden Yaratıcısının çağrısına icabet etmelidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder