21 Şubat 2011 Pazartesi

Hayat Allah'a Nasıl Adanır?



İnanan insan, tüm varlığını Yüce Allah’a adamıştır; Allah için yaşar ve her an Allah’ın kendisiyle beraber olduğunun bilincindedir. İzlediği her görüntüde Allah’ın sonsuz aklını, muhteşem sanatını ve gücünü takdir eder. Allah'ın Zatını görmek kuşkusuz ki mümkün değildir. Ancak akıllı ve vicdanını kullanan bir insan, çevresindeki yaratılış örneklerine bakarak Allah'ın mutlak ve Yüce varlığını kavrayabilir. Allah'ın mutlak varlığına ilişkin deliller, görebilenler için tüm açıklığıyla gözler önündedir.

Mümin, Allah'ın varlığının ve gücünün bilincinde olduğundan, neden yaratıldığını ve Rabb’inin kendisinden neler istediğini bilir. Bu nedenle de dünya hayatında belirlediği hedef, Allah'ın hoşnut olduğu bir kul olmaktır; her durum ve koşulda çabası bu yöndedir. Kendisini hedefine ulaştıracak her yolu dener, bunun için ciddi bir şekilde gayret eder. Böylece inanmayan kimseler için kesin bir yıkım olan ölümün sırrı da önünde açılır: Ölüm asla yok oluş değil, gerçek hayata geçiş aşamasıdır.

İnkar içerisinde yaşayanlar, hayatlarının ‘rastlantılarla ve kendiliğinden’ meydana geldiğini zannettikleri gibi, ölümün de ‘kendi kendine’ oluştuğuna inanırlar. Oysa hayatı da ölümü de yaratan alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Ölüm, tesadüflerle ya da kazaen meydana gelen bir olay değil, Allah'ın özel olarak yarattığı, kaderde zamanı, yeri ve şekli belirlenmiş bir olaydır.
Mümin, ölümün bir son değil, asıl hayatın başlangıcı olduğu gerçeğinin bilincindeyken, birçok insan gibi hayatının temelini ‘göçecek bir yarın kenarına’ bina etmez. Her şeyin yok oluşundan sonra da var olan, fani olmayan, mülkün ve din gününün sahibi olan Allah'a yönelir. Mal-mülk, makam, kariyer, saygınlık ve fiziki güzelliğin geçici olduğunu ve dünya hayatında sahip olunan hiçbir metaın kendisini kurtuluşa götürecek yol olmadığını bilir. Hepsi yalnızca, Allah'ın yarattığı kusursuz imtihan mekanı olan dünyadaki kısa süreli ‘sebep’lerdir.

Bütün kainatın sahibi ve mutlak hükümdarı olan Allah'ın yaratmış olduğu dünya hayatındaki bu sistemin anahtarı ise, Allah'ın hoşnutluğudur. Hidayet lütfeden Rabbimiz, yalnızca hoşnutluğunu amaçlayan kullarını doğru yola iletir:

Allah, rızasına uyanları bununla Kuran'la kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Maide Suresi, 16)

İman eden insan, tüm varlığını ve yaşamını Yüce Allah’a adar, her an Rabb’i ile beraber olduğunun bilincindedir. Allah’a, O’nun hoşnutluğuna ve sonsuz cennetine kavuşma beklentisi içindedir. Dünya hayatında ‘Rabbi için sabreder’, O’na güvenip dayanır; gökten yere her işi düzenleyip kontrolü altında tutanın, gizlinin gizlisini ve içindekini görüp bilenin Yüce Allah olduğunu bilir. Yaptığı her işte, izlediği her görüntüde Allah’ın üstün aklını, hayranlık uyandıran benzersiz yaratma sanatını ve O’nun sonsuz gücünü görüp, üzerlerinde derin düşünür. İnsan için tüm bunları görebilmek, tefekkür etmek, dile getirmek de büyük bir nimet ve ibadettir. Yaşamını Allah’a adamak, insanı tüm kötülüklerden arındıran, insanın kalbine güven duygusu ve huzur indiren, sonsuz yaşamında da –Allah’ın dilemesiyle-kurtuluşa ulaşmasına vesile olacak olan en önemli yollardan biridir.

Samimi müminler, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmayı dünyevi hiçbir çıkara değişmezler, çünkü dünya üzerindeki -küçük ya da büyük- hiçbir çıkar, O'nun rızasını ve cennetini kazanmaktan daha önemli değildir. Müminin yaptığı işin hikmeti, onu Allah’ın hoşnutluğunu amaçlayarak yapması ile oluşur. Bu nedenle kişi, sahip olduğu güzel ahlakı her zaman büyük bir dikkatle korumaya çalışır. İman edenlerin bu özelliği, “(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'…” (Nur Suresi, 37) ayetiyle anlatılır.

Yaşlı bir insandan bu yaşına kadar neler yaşadığını anlatması istense, anıları muhtemelen birkaç saatte bitecektir. Kişi, Allah’a iman etmemiş ve O’ndan yüz çevirerek yaşamış biri ise şöyle diyecektir: "Bunca yıl yaşadım ama hiçbir şey anlayamadım. Ailem ve çocuklarım için, para kazanmak, mal mülk edinmek amacıyla yıllarca çalıştım. Ancak artık bir ayağım çukurda, ölüp gideceğim. Sonra... Sanırım her şey bitecek…”

Bu kişinin büyük yanılgıda olduğu açıktır. Düşündüğü gibi ölüm hiçbir şeyi bitirmeyecektir. "Keşke o (ölüm her şeyi) kesip bitirseydi.” (Hakka Suresi, 27) ayetiyle de bildirildiği gibi, tam aksine ölümle her şey yeni başlayacaktır.

Hayatının merkezine Rabb’inin rızasını almış ve O’nun için yaşamış insanın sözleri ise şöyle olacaktır: "Beni üstün Yaratıcı Allah yarattı ve Kendisine kulluk ve ibadet etmem için dünyaya gönderdi. Ben bu imtihan ortamında hayatım boyunca sınandım. Şimdi yaşlılık geldi ve hayatım boyunca hiç aklımdan çıkarmadığım ve hazırlık yaptığım ölümü artık daha yakın hissediyorum. Her işimde Allah’ın hoşnutluğunu gözettiğim için de O’nun izniyle sonsuz kurtuluşu ve cenneti umut ediyorum…”

İşte mümin için dünyadan geçmek muazzam güzeldir; insan dünyevi olan her şeyden vazgeçer, tüm bağlılıklarından sıyrılıp Allah’a yönelirse, o zaman kurtuluş bulur. Samimi mümin için hatadan, gafletten ve her türlü eksiklikten uzak olan Allah’a yönelmek ve hayatını O’na adamak önemlidir. İnsanın sürekli kendini gözden geçirmesi, gün içinde imanı kanıtlayan davranışlarda bulunması ve “acaba bunu yalnızca Allah rızası için mi yaptım?” diye düşünmesi gerekir. Çünkü ‘o gün’, her insan dünyadayken verilen her nimetten sorgulanacak, Allah rızası için kullanmadığı nimetler için organları aleyhte şahitlik edecektir…

İnanan insanın yüreği Allah aşkıyla doludur. Aşkını en iyi ifade ettiği an da, dünyadaki imtihan ortamı gereği yaşadığı zorluk zamanlarıdır. Çile ve zorluklar müminin sevgisini vurgulama imkanı verir. İnsan sıcak evinde, keyif içerisinde, imtihan yaşamadan sevgisini kanıtlayamaz. O nedenle imtihan, mümin için Allah’tan nimettir, rahmettir. Çile insanları yıpratır diye bilinir, oysa çile inceltir. Allah’ın hoşnutluğunu kazanma yolunda çekilen çileler insana sağlık verir, kişinin şevk ve heyecanını artırır.

Allah’ın rızasını kazanma yolunda mücadeleden kaçınan, Allah’ın gösterdiği yollarda yürümeyen insanlar ise türlü hastalıklar yaşar, çökerler. Allah kalplerine rahatlık ve huzur vermez; sürekli bir azap ve sıkıntı içinde ömürlerini geçirirler.

Gerçekte en önemli konu, Allah aşkının ve Allah korkusunun insanı sarmasıdır. Allah aşkına kavuşan insan hem dünyanın hem de ahiretin tüm güzelliklerine kavuşur. Allah’ın hoşnutluğunu kazanan insanı artık Rabb’i yönetir; kişinin üzerinde şeytanın zorlayıcı gücü kalmaz. Kalbini, ruhunu ve bedenini Allah’a tam bir teslimiyetle teslim eden insan, her an mutluluğu ve güzelliği yaşar.

Allah müminlere güzel bir hayat yaşatacağını vaat eder. O güzel hayat tatilde ya da ‘hayatın tadını çıkararak’ zevk içinde geçirilen bir hayat değildir; mümin için güzel hayat Rabb’inin rızası için çalışarak sürdürdüğü lezzet ve huzur dolu hayattır. Yalnızca Allah’a kulluk eden, yalnızca O’nun için yaşayan müminler, ahirette de 'hoşnut edici ve hoşnut edilmiş’lerdir ve sonsuz barınma yurdu cennette benzersiz mutluluklar onları beklemektedir.

Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır. Bu, size vadolunandır; (gönülden Allah'a) yönelip-dönen (İslam'ın hükümlerini) koruyan, Görmediği halde Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a yönelmiş' bir kalp ile gelen içindir. "Ona 'esenlik ve barış (selam)la' girin. Bu, ebedilik günüdür." Orda diledikleri herşey onlarındır; Katımız'da daha fazlası da var. (Kaf Suresi, 31-35)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder