31 Mart 2011 Perşembe

Allah Kolay Olanı Buyurur



Dinden uzak cahiliye toplumlarında, insanları dini yaşamaktan alıkoyan pek çok telkin yerleşmiştir. Bu telkinlerin en tehlikelilerinden biri, dini yaşamanın zor olduğu şeklindeki gerçek dışı inanıştır. Bu kimseler, dini asıl kaynak olan Kur’an’dan ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetinden öğrenmedikleri için, din adı altında birçok hurafe ve kulaktan dolma asılsız inancın ‘din’ olduğunu zannederler. Dinin, hayatlarını zorlaştıracak kısıtlamalar getireceğine inanırlar.




Oysa bu inanç insanın apaçık düşmanı olan şeytanın bir taktiği ve aldatmacasıdır. Şeytan bu planını sinsi ve sessiz bir şekilde uygulamaya koyarak, insanları kendi yoluna çekmektedir. Kuran’da, “O, size ancak kötülüğü, hayasızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (Bakara Suresi, 169) ayetiyle şeytanın bu telkinlerine dikkat çekilmektedir. Gerçekte ise Allah’ın dinini yaşamak, ve emirlerini yerine getirmek son derece kolaydır. Rabbimiz "... Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez..." (Bakara Suresi, 185) ayetiyle bu gerçeği tüm insanlara haber vermektedir. Hüküm verenlerin hakimi olan Allah, tüm emir ve hükümlerini insanların fıtratlarına en uygun şekilde yaratmıştır ve hiçbirinde bir zorluk yoktur. Ve Rabbimiz’in sınırları içinde yaşayan bir kişi, fıtratına uygun en güzel hayata sahiptir.




Yüce Allah, Kur’an’da din ahlakının kolay olduğunu, iman edenlerin işlerini kolaylaştıracağını, "Biz seni en kolay olana kolayca ileteceğiz." (A’la Suresi, 8) ayetiyle haber vermektedir."… O sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi…" (Hac Suresi, 78)




İnsanların dinde zorluk olarak gördükleri uygulama veya inançlar ise, dine sonradan müşrikler veya insanları dinden uzaklaştırmak isteyen inkarcılar tarafından eklenmiş ve gerçek dinmiş gibi insanlara aktarılmıştır. Asıl zor olan, Allah’ın bildirdiği sınırları tanımayan insanlardan oluşan bir toplumda yaşamaktır. Bu tarz bir hayat, son derece kötü sonuçlara da yol açar.




Peygamberimiz(sav) de; “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın” sözleriyle insanları uyarmakta ve "Din kolaydır. Kimse dine karşı şedid olamaz. Zira dine mağlub düşer. (Yani dinin kolaylığına intibak etmeli. Sıkı tutayım diyen aciz kalır.) Hattı hareketinizi doğrultun, (hududa) yakın olun." (RamuzEl-Hadis, 1. Cilt, s.98) hadisiyle de Rabbimiz’in sınırlarını aşmamayı hatırlatmaktadır.




Bediüzzaman Said Nursi de bu konuyu şu ifadelerle açıklamıştır:"Küfür yolunda yürümek, buzlar üzerinde yürümekten daha zahmetli ve daha tehlikelidir. İman yolu ise, suda, havada, ziyada yürümek ve yüzmek gibi pek kolay ve zahmetsizdir." (Mesnevi-i Nuriye s.71)




Ayrıca Şualar isimli eserinde insanların samimiyetle dini yaşamaları halinde kolay ve güzel bir yaşama sahip olacaklarını şu sözlerle ifade etmiştir: “İman ve tevhid yolu, gayet kısa ve doğru ve müstakim ve kolaydır. Ve küfür ve inkâr yolları gayet uzun ve müşkilâtlı ve tehlikelidir. Demek bu istikametli ve hikmetli ve herşeyde en kısa ve kolay yolda sevkedilen bu kâinatta, elbette şirk ve küfrün hakikatları olamaz ve îman ve tevhidin hakikatları, bu kâinata güneş gibi lâzım ve vâcibdir. Hem ahlâk-ı insaniyede en rahat, en faydalı, en kısa, en selâmetli yol ise sırat-ı müstakimde, istikamettedir.” (Şualar Sf.490)




Kur’an tüm insanlığa aydınlığı, estetiği ve güzelliği anlatır. Ancak karanlık zihniyetli cahiliye insanı ortaya adeta bir kabus tablosu çıkarır. Kendi kafasındaki ve ruhundaki karanlığı anlatır bu kişi, o din değildir. Gerçek din pırıl pırıl aydınlıktır, huzur ve ferahlıktır. Samimi müminler için kesintisiz bir mutluluk ve huzurla dolu olan Allah’ın aydınlık ve dosdoğru yolu, yaşamlarından sonsuz ahirete uzanır.Allah’a iman edip ona sımsıkı sarılanları ise (Allah), kendisinden bir rahmet ve lütfa kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir. (Nisa Suresi, 175)

Allah'a Sarılmak




“…Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sarılın, sizin Mevlanız O’dur. İşte, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcı. (Hac Suresi, 78)




Yüce Allah müminlere, Kendisine yakınlaştıracak vesileler aramaları karşılığında, hem dünyada kendilerine dost ve yardımcı olacağı, hem de sonsuz ahiret hayatında kurtuluşa ulaşacakları müjdesini verir.




Dinin özü ve temeli Yüce Allah’ı tek İlah olarak kabul etmek ve O’ndan başka hiçbir varlığa kulluk etmemek-tevhid-tir. Bazı insanlar ise Allah’a inandıklarını söyleseler de kendilerine başka ilahlar edinerek Allah’a ortak koşarlar. Bu insanların yanılgısı yalnızca Allah’a kulluk etme inancını kavrayamamaktır. Oysa Allah’ın tek İlah olduğuna iman etmek, Allah’ı birlemek çok önemlidir. "Sizin İlahınız tek bir İlahtır; O’ndan başka İlah yoktur; O, Rahman’dır, Rahim’dir (bağışlayan ve esirgeyendir)." (Bakara Suresi, 163)




İnsanların bir kısmı Allah’ın tekliği/birliğine inandıklarını söyleseler de, gizli şirk içindedirler ve günah içinde yaşadıklarının bilincinde değildirler. Bu kimseler, Allah’a şirk koşmanın, yalnızca putların ya da totemlerin önünde diz çöküp secde etmek olduğunu zannederler. Oysa önünde secde etmeden de bir varlığa kulluk etme, onu ilahlaştırma günahı işlenebilir. Yüce Allah’ın sıfatlarını, kendisine ya da bir başka varlığa atfetmesi kişinin şirk koşmasına sebep olur. Bu nedenle tüm işleri evirip-çevirenin, her olayı düzene koyanın, kontrolünde tutanın Allah olduğunun unutulmaması gereklidir. Örneğin hastalık yaşayıp ardından iyileşen kişi, kendisini iyileştirenin doktoru ya da kullandığı ilaç olduğunu düşünürse gizli şirke bulaşmış olur. Oysa hastalığını iyileştiren Şafi (Şifa veren) olan Allah’tır. Tedavisiyle ilgilenen doktor ve kullandığı ilaç kişinin iyileşmesinde yalnızca birer vesiledir. Şifayı veren yalnızca Allah’tır; O dilemedikçe en iyi doktor ve en yararlı olduğu düşünülen ilaçlar dahi şifa olamaz.




Diğer yandan, Allah’ı değil yalnızca insanları memnun edecek şekilde davranışlar sergileyen kişi de yine gaflet içinde ve Allah’a şirk koşuyor demektir. Oysa insanın yaşaması gereken katıksız bir imandır ve yapması gereken de yalnızca O’na yönelmek, O’na sarılmaktır.




Gerçek/katıksız iman, Allah’a koşulsuz ve tam bir teslimiyetle teslim olmak, O’nun buyruklarına kesin bir şekilde uymak, Allah’ın sınırları içinde yaşarken şeytanın sinsi tuzaklarına ve nefsinin bencil tutkularına boyun eğmeden, Kur’an ahlâkını yaşama konusunda her durumda kararlılık göstermektir. Allah’ın buyruklarını yerine getirme konusunda ödün vermemek, durumumuzu vakit kaybetmeden düzeltmeye çalışmak, imanımızı, Allah sevgimizi, Allah korkumuzu artırmak, Allah’a teslim olmak ve ahirete yönelerek yalnızca Allah’ın hoşnutluğu için yaşamaya başlamak en uygun, en doğru davranış olacaktır…Vakit varken…

29 Mart 2011 Salı

"İyi Arkadaş Allah'ı Hatırlatan, Bilginizi Artıran Arkadaştır"



"Gördüğünüzde size Allah’ı hatırlatan, bilginizi artıran, ilmiyle de size ahireti hatırlatan, sizin için en hayırlı arkadaştır.." Hz. Muhammed(sav)


Allah her an, her şeyi çepeçevre sarıp kuşatmaktadır; insana şah damarından da yakındır. Evrenin her santimetrekaresine, gözle görülebilen/görülemeyen alemlere, geçmiş ve geleceklerine O hakimdir... Bu kesin gerçekleri göz ardı eden kişiler, insanlardan gizledikleri düşüncelerini, hatalarını, planlarını Allah’tan gizleyemediklerinin bilincinde değillerdir. Onlar Rabb’lerini unutmuş olsalar da, onlar eylemlerini henüz tasarlarken dahi Allah onlarla birliktedir.


O, önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onlar ise, bilgi bakımından O’nu kavrayıp kuşatamazlar. (Taha Suresi, 110)


Sizin şu an aklınızdan geçen, küçükken yaşadığınız bir olay, yapmayı planladığınız herhangi bir şey; tümü Yüce Allah’ın bilgisi dahilindedir. O’nun, yarattığı canlı cansız her varlık üzerindeki kontrolü ve hakimiyeti gece gündüz durmaksızın devam eder.


Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız. (Kaf Suresi, 16)


Yüce Allah, herşeyin içyüzünden, gizlinin gizlisinden, insanın düşündüklerinden, kimseye açamadığı sırlarından da haberdardır. Hiçbir şey O’ndan gizli kalmaz; insanları çepeçevre kuşatmıştır ve her ortam ve koşulda insana şahittir.


Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kuran’dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir Kitap’ta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)


Haber verilen tüm bu gerçeklere rağmen kimi insanlara göre, Allah çok uzaktadır, gökyüzünde bir gezegenin arkasındadır, ve –Allah’ı tenzih eder, yüceltiriz- dünya işlerine pek karışmaz. Hatta kimilerine göre hiç karışmaz; evreni yaratmış ve kendi akışına bırakmıştır. Oysa bu çok büyük ve apaçık bir yanılgıdır; Allah’ın varlığı herşeyi kaplar. "…O, doğunun da, batının da ve bunlar arasında olan herşeyin de Rabbidir..” (Şuara Suresi, 28) ayetiyle haber verildiği gibi…


Doğu da Allah’ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir. (Bakara Suresi, 115)


Dünyanın hangi köşesine gidilirse gidilsin, “Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah’ındır. Allah, herşeyi kuşatandır. (Nisa Suresi, 126)


Her insan her şeyi en iyi bilen Allah’ın sonsuz öncede kendisi için hazırladığı kaderini yaşar. Bu nedenle Allah’ı unutan, hatırlamaktan kaçınan kişi, farkında olmasa da Rabb’ine boyun eğmiş, teslim olmuş durumdadır. Bu gerçeklerin şuurunda olan samimi müminler, her an Allah’a yönelir, O’nunla kesintisiz bağlantılarını canlı tutmak için çaba gösterirler. Dolayısıyla yaşamın gerçek amacını kavramış olan her insan, bu gerçeği diğer insanlara aktarmakla sorumludur. Mümin yaşamı boyunca sözleri ve tavırlarıyla Allah’ı hatırlatır. Allah’ın sınırlarını koruyarak sürdürdüğü yaşamıyla, insanları Allah’a çağıran, O’nu hatırlatan model insan olur.


Mümin, Allah’ı çok anan ve hatırlatan olmalı... Allah’ı hatırlatan mümin Allah’ın dinini anlatarak, Kuran ile öğüt vererek, iyiliği emredip kötülükten men ederek, Allah’ın ayetlerini hatırlatarak çağrıda bulunur ve Allah’ın buyruğu gereği söylenebilecek en hayırlı, en güzel sözleri söyler. Müminlerin insanlara Allah’ı hatırlatmaları karşılığında tek beklentileri vardır; Allah’ı hoşnut etmek ve karşılarındaki kişinin de Allah’ın hoşnut olacağı ahlakta bir insan olmasına vesile olmak...


Allah’ı zikretmek, Kur’an ahlakını anlatmak hem kendilerine hem de çağrıda bulundukları kimseye –Allah’ın dilemesiyle- ahiretteki sonsuz mutluluğu kazandırabilecektir. Unutmayalım ki, tüm varlıklar Allah’a muhtaçtır. Allah ise bizlerin sahip olduğumuz her türlü eksiklikten münezzehtir ve O hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır. Allah’ı unutmuş, yüz çevirmiş de olsa, Allah’ı unutmayan, hatırlatan da olsa, ölüm herkes için tek kesin gerçektir. Allah hastalık verir, bela verir Kendisini hatırlatmak için. İnsanın ayaklarının yere basması için dertler verir. Bu Allah’ın sevdiği insanlara lütfudur aslında. Özellikle hastalıklar insana Rabb’ini hatırlatır; bu süre içinde insan her an Allah’ı hatırlar, O’na yakınlaşır, kalbi tatmin olur...


İnsan gün içinde Allah’ı, güzelliklerle donatılmış cenneti düşünürse, hep mutlu olacaktır. Eşsiz barınma yurdunda Allah’ın kutlu kullarıyla karşılıklı tahtlarda oturup birlikte Allah’ı anmak cennete özel muhteşem bir zevktir; bunu düşünmek dahi insana büyük mutluluk verir. Sabahları şükürle kalkıp, gününü Allah’a adayan insanın attığı her adım Rabb’i için olacak, o adımlar kişiyi Allah’ın dilemesiyle sonsuz kurtuluşa götürecektir…

28 Mart 2011 Pazartesi

"Beni Koruyup Yetiştirdikleri Gibi Sen De Onlara Acı"

Kur’an’da anne ve babaya karşı kullanılacak üslup birçok ayetle hatırlatılır. Yüce Allah, “İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: “Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.”" (Lokman Suresi, 14) hükmüyle insana anne ve babasına karşı iyilikle davranmasını emreder.


Kuşkusuz anne ve babanın çocuğu üzerindeki emeği çok fazladır. Annesi pek çok güçlüğe katlanarak onu dokuz ay boyunca karnında taşımış ve zorluklara rağmen özveriyle büyütmüştür. Babası da onu yetiştirirken çok çaba harcamıştır. İnsanın kendisine şefkatle gösterilen bu emeği görmezden gelerek anne babasına karşı büyüklenmesi, onlara merhametsiz bir şekilde davranması Kur’an ahlakına tamamen aykırıdır. Rabb’imiz, “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez." (Nisa Suresi, 36) ayetiyle de anne babaya karşı güzellikle davranmak gerektiğini ve böbürlenmekten sakınılmasını buyurur.


Bir diğer Kur’an ayetinde de anne ve babaya nasıl titizlikle davranmak gerektiği detaylı olarak haber verilir:


Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim!, Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı" (İsra Suresi, 23-24)


Kur’an ahlakına uygun yaşayan insan, anne ve babasına "öf" bile demeyecek kadar saygılı ve hürmetkar bir tavır içerisinde olur. Alçakgönüllü ve anlayışlıdır, onlara her zaman güzel söz söyler. Nasıl sevgi ve şefkat içinde büyütüldüyse, yaşlılıklarında da kendisi onlara sevgi ve şefkatle yaklaşır. Onların hatalarına sabır gösterir, kızıp öfkelenmez.


Ancak her anne baba Allah’a itaat ederek ve O’nun sınırları içinde yaşamaz. Anne babanın Allah’a isyan etmesi durumunda ise Kuran’da tavsiye edilen davranış, din konusunda onlara itaat etmemek ama onlarla iyi geçinmek şeklindedir. Kuran’da anne babası Allah’tan yüz çevirmiş bir müminin nasıl davranması gerektiği şöyle açıklanır:


“Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.” (Lokman Suresi, 15)


Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini emrettik. Şâyet onlar seni, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak bana olacaktır ve ben yapmakta olduklarınızı size haber vereceğim. (Ankebut Suresi, 8)


Kuran’da Hz.Yusuf’un anne babasına karşı olan saygılı davranışları örnek verilir. Hz. Yusuf Mısır’ın yönetiminde önemli bir makamda olduğu halde onlara karşı oldukça alçakgönüllü bir tavır içerisinde olmuştur:


(Mısır’a gidip) Yûsuf’un huzuruna girdiklerinde; Yûsuf ana babasını bağrına bastı ve “Allah’ın iradesi ile güven içinde Mısır’a girin” dedi. Ana babasını tahtın üzerine çıkardı. Hepsi ona (Yûsuf’a) saygı ile eğildiler. Yûsuf dedi ki: “Babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra; Rabbim beni zindandan çıkararak ve sizi çölden getirerek bana çok iyilikte bulundu. Şüphesiz Rabbim, dilediği şeyde nice incelikler sergileyendir. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Yusuf Suresi, 99-100)


Bu konuda Kur’an’dan bir diğer örnek de Hz İbrahim’in tavrıdır. Kendisini putlara tapmaya çağıran babasına karşı davranışları ve söylediği saygı dolu sözler inananlar için güzel bir örnektir. Babasının taşa tutma tehdidine rağmen, Hz. İbrahim ona "babacığım" diye hitap ederek güzel ahlak göstermiştir:


Kitap’ta İbrahim’i de zikret. Gerçekten o, doğruyu-söyleyen bir peygamberdi. Hani babasına demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun? Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım. Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır. Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi olursun." (Babası) Demişti ki: "İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursan, andolsun, seni taşa tutarım; uzun bir süre benden uzaklaş, (bir yerlere) git." (İbrahim:) "Selam üzerine olsun, senin için Rabbim’den bağışlanma dileyeceğim, çünkü, O, bana pek lütufkardır" dedi. "Sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbim’e dua ediyorum. Umulur ki, Rabbim’e dua etmekle mutsuz olmayacağım." (Meryem Suresi, 41-48)


Anne babaya karşı iyi davranmak, merhametle yaklaşmak pek çok Kuran ayetinde daha dikkat çekilen bir hükümdür:


Biz insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.” (Ahkaf Suresi, 15)

27 Mart 2011 Pazar

Adaletsizliğin Bu Denli Hakim Olmasının Sebebi Nedir?



Uluslararası ‘prosedür’e göre adalet, maddi gücü elinde bulunduran azınlıkların keyiflerince uygulanır. Eğer bu azınlık ‘insaf ederse’ zayıf ve güçsüz olan insanlara yardım eder, adil davranır. Ancak çok sayıda insan haksız kazanır, yoksulların hakkını yer, diğerlerini ezer ve lüks bir yaşam sürdürür. Şu an dünyanın her tarafında savaşlar yaşanıyor, insanlar sakat kalıyor, ölüyor, evini ya da ülkesini terk etmek zorunda bırakılıyorlar. Bu insanlar zor ve insanlık dışı koşullarda açlık, susuzluk, salgın hastalıklarla mücadele ediyor; fakat bu zulmü uygulayanlar rahat yaşamlarına devam ediyor, yemeklerini yiyor, çocuklarını seviyor ve sıcak yataklarında vicdanları rahat, huzurlu bir şekilde uyuyabiliyorlar.




Tüm dünyada adaletsizliğin bu denli hakim olmasının sebebi nedir?




İnsanlar adaletle hükmedilmesinin zorunluluğuna inanmıyorlar mı?




Gerçek anlamda adalet insanlar arasında hiçbir fark gözetmeden hepsini kapsayan; ırk, dil, din gibi ayrımlar gözetmeyen, güçlülerin değil haklıların üstün olduğu bir sistemdir. İnsanlar adaleti kabul ettikleri ve önemini bildikleri halde, çıkarlarıyla çatıştığında reddederler. Bu yüzden adaletin uygulanmasında aksaklıklar kaçınılmaz olur.




Örneğin rüşvetin ahlak dışı ve adil olmayan bir davranış olduğu çok açıktır. Bazı kişiler bunun çirkin bir davranış olduğunu bildikleri halde, çıkarları gereği ve kendilerince akla uygun bahaneler ileri sürerek hiç çekinmeden rüşvet alabilirler. Ya da şahitlik yapan insanın kesinlikle doğruyu anlatması gerektiğini bildikleri halde, bazı insanlar kendilerinin veya yakınlarının çıkarları nedeniyle yalan söylemekten kaçınmaz.




Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu nedenle toplumların genelinde çıkarlar adalete üstün gelir. Mağdur durumda kalan insan hemen adaletten dem vurur, ancak kendisi adalet yerine çıkarlarını ‘ayakta tutar’. Bu şekilde davranan insanlar toplumda çoğunluğu oluşturdukları için de, adalet soyut bir kavram olarak yaşanmaya devam eder.




Adaletin gerçek anlamda uygulanabilmesi için, adaleti çıkarlarına tercih edebilecek üstün ahlaka gereksinim vardır. Bu ahlak, Allah’ın emrettiği Kur’an ahlakıdır. Kur’an ahlakı insanlar arasında kesinlikle ayrım gözetmeden, yalnızca haktan yana, gerçek bir adaleti emreder. Adaleti emreden Allah inananlara, kendi aleyhlerinde dahi olsa adil olmalarını buyurur:




Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)




Gerçek adalet, insanlar arasında hiçbir ayrım gözetmeden, yalnızca Allah’ın hoşnutluğu amaçlanarak, Allah’tan korkarak sağlanabilir. Kur’an ahlakını yaşayan kişinin adalet anlayışında kişisel çıkarlar, dostluklar, arkadaşlıklar, akrabalıklar, insanların fiziksel farklılıkları asla etkili olmaz. Kararları yalnızca haktan ve doğrulardan yanadır. Kuran ahlakının tam olarak yaşandığı toplumlarda gerçek adalet ve güvenin hakim olacağı çok açıktır. Çünkü yalnızca içinde Allah korkusu taşıyan ve hesap günü Rabb’inin huzurunda yapayalnız sorgulanacağının şuurunda olan insan gerçek adaleti sağlayabilir.




Dünyada hak arama telaşında olan birçok insanın, asıl ahirette Hakkın karşısına çıktığında ne yapacağını düşünmesi gerekir. İşte Allah’tan içi titreyerek korkan insan, ‘o günü’ düşünerek hareket eder.




Bazı cahiliye insanları sevmedikleri, kin duydukları kişilere karşı her türlü adaletsizliği yapabilirler. Bu kişilere iftira atar, suçsuzluklarını bilseler dahi aleyhlerinde şahitlik yaparlar. Bazı kişiler de gerçekte suçsuz olduğunu bildikleri halde, haksız yere suçlanan insanlar lehinde tanıklık yapmazlar. Sevmedikleri ya da düşman oldukları insanın mağdur olması bu kişileri sevindirir. Kur’an ahlakını yaşayan insanın ise, karşısındaki kişiye olan yakınlığı ya da duyguları aldığı kararları asla etkilemez. Sevmediği, kötü ahlaklı, düşmanlık yapan kişilere karşı dahi adaletli davranır, adaleti tavsiye eder.




Her durum ve koşulda güzel ahlaktan asla taviz vermemeyi fısıldayan vicdanımızı dinleyelim. Duygularımız, aklımızın ve vicdanımızın önüne geçmesin. “Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (Maide Suresi, 8) buyruğunu unutmayalım.…Adil şahitler olarak hakkı ayakta tutalım, adaleti uygulayalım; çünkü "... Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever." (Maide Suresi, 42)

25 Mart 2011 Cuma

Allah'ın İpine Sarılın





Bugün İslam dünyasına baktığımızda, en önemli sorunlardan birinin parçalanmışlık olduğunu görüyoruz. Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamı aynı çatı altında, ancak Müslüman ülkeler arasında yeterince iş birliği hala kurulamadı. Müslüman ülkelerdeki mezhepler, cemaatler, tarikatlar ve kuruluşlar arasında olması gereken kaynaşma ve yardımlaşma, kısacası dayanışma yok.



Oysa Yüce Allah Kur’an’da, tüm Müslümanların birlik olarak "birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi" (Saff Suresi, 4) yaşamaları gerektiğini haber verir, “Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın...” (Ali İmran Suresi, 103) buyruğuyla da birlik ruhu içinde hareket etmelerini ister.Birlik olmamaları halinde ise, güçlerinin azalacağını, “Allah’a ve Resulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi, 46) ayetiyle haber verir.



Bu ayet, günümüz dünyasında Müslümanların neden yeterince güçlü olmadıkları sorusunun da cevabı. Cevap; “birlik ruhu içerisinde olmamak”. Oysa Müslümanlar birlik olsalar; İslam ülkelerini kalkındırmak, zulüm görenlere yardım etmek ve onları korumak için gereken fikir mücadelesini yapmak, Kur’an ahlakını tüm dünyaya tebliğ etmek, İslam adına ortaya çıktığını iddia eden sapkın terörist akımları engellemek, bilim, sanat ve kültür alanında gelişme kaydetmek gibi pek çok başarıyı- Allah’ın dilemesiyle- kazanabilirler. Kur’an ahlakı gereği tüm farklılıklara rağmen ırkı, dili ya da mezhebi ne olursa olsun tüm Müslümanlar kardeştir. Bütün Müslümanlar aynı Allah’a ve peygambere iman eder, aynı Kitabı okur, aynı kıbleye yönelerek namaz kılar ve ahirette aynı güzel karşılığı umarlar. Her Müslüman; cinayet, zulüm, hırsızlık, sahtekarlık, sapkınlık gibi günahlara karşıdır ve aynı ahlaki değerleri savunur.



İnananların Sorumluluğu



Samimi mümin, çevresinde yaşanan olaylara karşı duyarlıdır. Allah yolunda olan ve O’na teslim olmuş bir insan, yeryüzünde iyiliğin temsilcisidir. O halde zulüm ve teröre karşı tepkisiz kalamaz. Müslüman, suçsuz insanları katleden terörün, gerçekte en büyük düşmanıdır. Çevrelerindeki olaylar kendi çıkarlarına dokunmadığı sürece rahatsızlık duymayan kimseler, Kur’an ahlakının kazandırdığı özveri, dostluk, dürüstlük ve yardım anlayışından yoksundurlar. Yaşamları boyunca, insanlığı bekleyen tehlikelerden habersiz, nefislerinin bencil tutkularını tatmine çalışırlar. Oysa Allah, iyilik yapan, çevresine hayırlı ve olaylara karşı ilgili olan, insanları doğru yola çağıran bir ahlakı tavsiye eder. Söz ettiğimiz bu farklı insanlar bir Kur’an ayetinde şu şekilde tarif edilir:



"Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve herşeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi?" (Nahl Suresi, 76)



Ayetteki gibi ‘dosdoğru yol üzerinde bulunan’, Allah’tan korkup sakınan, değerleri önemseyen, ülkesine ve insanlığa hizmeti görev edinen bir insan, yaşadığı topluma büyük yararlar getirir. Bu nedenle insanların gerçek dini öğrenmeleri ve Kur’an’la bildirilen üstün ve güzel ahlakı yaşamaları son derece önemlidir. Bu insanlar Kur’an’da, "Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma’rufu (güzel olanı) emrederler, münkerden (çirkinden) sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah’a aittir." (Hac Suresi, 41) ayetiyle tanımlanırlar.



Allah’ın buyruklarını yerine getiren, Kur’an ahlakını dikkatle uygulamaya çalışan, dünyayı yaşanılacak güzel bir yer haline getiren, barışı ve huzuru hakim kılan insan samimi mümindir. Ve hedefi Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla iyilik ve hayır yapmaktır. Bir Kur’an ayetinde Rabbimiz müminlere şöyle buyurur: "... Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez." (Kasas Suresi, 77) Ayette de belirtildiği üzere Allah müminlerden güzellik ve iyilikte bulunmalarını, bozgunculuktan kaçınmalarını ister. İyilikte bulunanları "... Kim bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır..." ayetiyle müjdeler, kötülükte bulunanları ise "... kim bir kötülükle gelirse, onun mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve onlar haksızlığa uğratılmazlar." (Enam Suresi, 160) ifadesiyle uyarır. İslam dini, terörün her türlüsüne karşıdır ve henüz eyleme dahi geçmeden, düşünce aşamasında terörü engeller. Toplumda barış ve adaletin sağlanmasını emreder ve insanları fitneden, kargaşa ve bozgunculuktan sakındırır.



Bediüzzaman da terör ve anarşinin insanların karşısında büyük bir bela olduğunu söylemiştir. Terörle mücadele ile ilgili çeşitli çözüm yolları sunmuş, insanları bu konuda bilinçlendirmeye çalışmıştır. O, "Dinin şiddetle men ettiği şey, fitne ve anarşidir. Çünkü anarşi hiçbir hak tanımaz. İnsanlık ahlakını ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar ahlakına çevirir…" (Bediüzzaman Said Nursi, Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı, s.2216) sözüyle dinimizin terör ve şiddete bakış açısını en güzel şekilde ifade etmiştir. Bütün yaşamını da bu bakış açısını insanlara anlatmakla geçirmiştir. Üstad bir sözünde "Madem iman hizmetinde tam ihlasla, anarşiliği durdurmakla, asayişi muhafaza etmekle sabır ve tahammül gerekir. Ben de bunun için rahatımı, haysiyetimi feda ediyorum. Onları da helal ediyorum." (Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikası, 2 cilt, s. 200) demiş, anarşi ve terörle mücadelenin iman edenlerin üzerinde önemli bir yükümlülük olduğunu, bu mücadelenin sabır ve kararlılık gerektirdiğini ifade etmiştir.



Gerçek adalet ise, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan adaletle hükmetmek, zulme asla rıza göstermemek ve mazlumun yanında olmaktır. Sahip olduğu Kur’an ahlakı ölçüsünde ön yargısız, tarafsız, dürüst, hoşgörülü, merhametli olan kişi, duygularının etkisinde kalmayacak, her durumda doğrudan yana olacak ve Nisa Suresi’nin 48. ayetindeki gibi, "insanlar arasında hükmedildiğinde adaletle hükmedilmesi" buyruğuna uygun adaletle hükmedecektir.



Yüce Allah’ın emrettiği adalet, dil, din, ırk ve etnik köken ayırt edilmeden, tüm insanlar arasında eşit uygulanacaktır. Günümüzde insanlara ırkları ya da tenlerinin rengi nedeniyle zalimce ve adaletsizce davranılmaktadır. Aydınlık bir gelecek için, Kur’an ahlakının özünde olan birlik ve kardeşlik ruhunun yaşatılması son derece önemlidir.



Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), "Size iki şey bırakıyorum onlara sımsıkı sarıldıkça asla dalalete düşmeyecek ve sapıtmayacaksınız; Kur’an ve sünnetim" sözleriyle Müslümanlara uymaları gereken yolu gösterir. Bizlere düşen bu yola uymak ve Allah’ın şu buyruğunu unutmamaktır:



Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzenizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)

23 Mart 2011 Çarşamba

Gerçek Mutluluk




Gerçek mutluluk yalnızca insanın kalbinin tatminiyle mümkündür. Ancak bunun yolu, çoğu kişinin zannettiği gibi dünya nimetlerine kavuşmak, toplumda saygı ve sevgi görmek, takdir ve övgü almaktan geçmez. Mutluluğun sırrı Kuran’da tüm insanlara bildirilir. Bu sır, "…Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur. İman edip salih amellerde bulunanlar, ne mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı (onlarındır)." (Ra’d Suresi, 28-29) ayetiyle haber verildiği üzere Yüce Allah’ı anmak ve güzel işler yapmaktır.



Allah dünyada sayısız güzellik var etmiştir. Ancak bunlardan gerçek anlamda haz alabilmek için, bu güzellikleri takdir edebilecek bir anlayış gerekir. Örneğin bir çiçeğin yapraklarındaki özel bir oran dahilindeki kusursuz dizilim, etkileyici kokusu, dokusundaki yumuşaklık bu muhteşem güzelliğin büyük bir nimet olarak var edildiğinin göstergesidir. Bunu gerçek anlamda görebilenler ise ancak imanın kazandırdığı net bir bakış açısına sahip olan insanlardır.



Toplumda, mutsuzluğu yaşamın bir gerçeği olarak kabullenmiş olan çok sayıda insan olduğunu görürüz. Oysa mutsuzluk, imani açıdan zayıflığın bir sonucudur. İnsan Allah’ın kendisi için belirlediği kaderinden hoşnut olursa her şey güzel gelir; ancak imani yönden zayıf insan kaderine razı olmaz, yaşadığı her şey ona eziyet gelir, zul gelir. Kişi, alemleri nurlandıran, istediği simalara, zihinlere ve gönüllere nur yağdıran Allah’ı tanımaz, O’na yönelmez, O’nun bildirdiği güzel ahlakın dışında bir yolda yürürse mutsuz olması kaçınılmazdır. Yüce Allah, Taha Suresi’nin 124. ayetinde "Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır..." buyurarak bu gerçeği haber verir.



Etrafındaki sayısız nimete rağmen dünya hayatında mutsuz olduğunu, sıkıntı ve zorluk içinde bir yaşamı olduğunu düşünen insanın, bunun nedenlerini düşünmesi ve yaşamını bir gözden geçirmesi gerekir. Bu kişinin, “neden varım?”, “yaşamımın amacı nedir?”, “ben ne yapıyorum, amaçlarım ne?” sorularını kendine sorması gerekir. Ayrıca böylesine güzelliklerle ve sayılamayacak kadar çok nimetle dolu olan dünyada, neden mutsuzluk ve sıkıntı içinde zor bir yaşam sürmektedir? Yaşamındaki amaçsızlığın kaynağını araştırmalı, bu konuda ciddi bir arayış içinde olmalıdır. Dünyadan en fazla yararlanmak amacı üzerine kurduğu yaşamında, gerçek mutluluğu tadamamasının nedenini düşünmelidir.



Kullarına şah damarlarından daha yakın olan, nefislerindekini daha iyi bilen, herşeyin gizli taraflarından haberdar olan Rabbimiz, bu kimsenin kalbindeki isteği ve arayışı bilir, ona kurtuluş yollarını gösterir. Eğer insanın yaşamında huzur, ruhunda güzel bir gelişme olmuyorsa, bu, kişilerin kendisinden kaynaklanır. Allah bu gerçeği Kuran’da "Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir..." (Nisa Suresi, 79) ayetiyle insanlara bildirir.



İçinde bulunduğu bu durumdan kurtulmak için, insan ruhunda samimi bir değişiklik yapmalıdır. Kişi samimi olarak kendisini sorguladığı ve kendinde olanı düzeltmeye niyet ettiğinde Allah kulunun dileğini gerçekleştirecekir. Bu sır Kuran’da, "Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir." (Enfal Suresi, 53) ayetiyle haber verilir.



Rızıkları, nimetleri adalet, hikmet ve rahmet içinde taksim edip herkese nasibini veren Allah, iman edenlere olan sevgisinin bir göstergesi olarak onları dünya hayatında çeşitli nimetlerle yararlandırır. Bu, iman eden bir insanın tüm yaşamı için geçerlidir. Mümin aldığı nefesin dahi nimet olduğunun bilincinde olarak, yalnızca bütün varlığın diliyle yegane övülen Rabb’ine şükreder.



Yüce Allah merhamet edenlerin en merhametlisidir, rahmeti çok geniştir. O’nun istediği ahlakı ve sınırlarını koruyan kulunu geçmişte ne kadar büyük hata ve günah işlemiş olursa olsun bağışlayacağını; kötülüklerini örtüp iyiliklere çevireceğini, onun için hem dünya hem de ahiret yaşamında iyilik ve güzellik yaratacağını bildirir. Allah bu gerçeği Kuran’da "Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah’a teslim ederse, artık onun Rabbi Katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır." (Bakara Suresi, 112) ayetiyle müjdeler.



Sahip olduğu nimetlerin Allah Katından bir lütuf olduğunu bilen bir insan için, sabah uyanabilmek dahi çok büyük bir nimettir. Adım atabilmek, yürüyebilmek, konuşup düşünebilmek bu kişi için büyük bir mutluluktur. İnsan nimetlerin değerini genellikle kaybettiğinde takdir eder. Ancak samimi inanan insan bu nimetleri verenin Allah olduğunun ve dilerse geri alabileceğinin şuurunda olduğundan, elindekilere şükreder. Kalbi mutmain olan müminin mutlu olmak için dünyevi nimetlere ihtiyacı yoktur.



Dünya hayatında ardına düşülen her şey kaybolacaktır. Kaybolacak şeylerden vazgeçmek gerekir. Kişi bundan vazgeçmediği için hepsi sıkıntı ve eziyet olur. Allah kaybolup gideceklerin bırakılmasını, ardına düşülmemesini ister; insan ise bunu yapmayıp kendine zulmeder. Oysa insan nefsine zulmeden pisliklerden kurtulduğunda, pırıl pırıl bir imana kavuşacaktır.



İnanan insanlar ‘göz açıp kapama süresi kadar kısa’ olan dünya hayatının imtihan amacıyla yaratılmış olduğunu bilir, Allah’ın sınamak için yarattığı görüntüler karşısında sabır ve tevekkül gösterirler. Yaşamlarındaki her zorluğun, gösterdikleri güzel davranışlar nedeniyle ecir vesilesi olacağının bilincindedirler. Samimi müminlerin dünya hayatındaki neşeli, huzurlu, güvenli, rahat tavırlarının ve mutluluklarının nedenlerinden biri budur.

21 Mart 2011 Pazartesi

Güçlü Aile Güçlü Toplum




İnsanların büyük bir bölümü dinin yalnızca ibadetlerden oluştuğunu düşünür. Bu büyük bir yanılgıdır; gerçek din, ibadetlerin yanı sıra, yaşamın her anını kapsar ve insanlara Kuran ekseninde bir bakış açısı ve güzel ahlak özellikleri kazandırır. Bu bilince sahip inanan insan Allah’ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmak için yaşamının her anında Kuran’la bildirilen üstün ahlakı yaşamaya çaba gösterir.




İslamiyet pırıl pırıl aydınlıktır ve bize sevgiyi, şefkati, merhameti, dostluğu emreder. İnsanlara, bitkilere, hayvanlara, kısacası Allah’ın tüm yarattıklarına sevgi duymamızı ve özverili olmamızı ister. İnanan insan her zaman ve her ortamda dürüst, samimi, kararlı karakter özellikleri, saygı ve sevgi dolu davranışlar sergiler. Bu nedenlerle Kuran ahlakına sahip insanların yaşadığı çevreler, her insanın özlem duyduğu huzur ve güven içindeki ortamlardır.




Kuran ahlakına uygun yaşam süren bir ailede, bugün birçok ailede yaşanan sorunlar yoktur. Günümüzde, anne ve babaya itaatsiz, saldırgan çocuklara ve onlara doğru ve yanlışı anlatmayan, onlarla ilgilenmeyen, birbiriyle de geçimsiz olan anne babalara çok sık rastlanır. Bu evlerde, sevgi, saygı, hoşgörü, anlayış ve şefkat yerine tartışma, kavga ve hakaret hakimdir. Oysa Kuran ahlakının yaşandığı evlerde, anne babaya itaatli, Allah’ın buyruğu gereği onlara "öf" bile demeyen, kötülüklerden uzak duran vicdanlı çocuklar yetişir. Bu evlerdeki anne babalar çocuklarını Kur’an ahlakı ile yetiştirerek hayırlı insanlar olmaları için çaba harcayan, birbirlerine de sevgi ve saygı gösteren, davranışları ile örnek insanlardır. Kısacası bu aileler sevgi, saygı ve dayanışma içinde yaşayan insanlardan oluşur.




Aile devletin en küçük, en temel birimidir. Aile yapısı ne denli güçlü ise, millet ve devlet yapısı da o derece güçlü olur. Aile yapısının çökerek, manevi değerlerini kaybetmesi ve bireyler arasında sevgi, saygı ve beraberlik duyguları körelen ailelerin oluşturduğu devletlerin güçlü olması mümkün değildir. Yalnızca karşılıklı maddi çıkarlar üzerine kurulu dinden uzak toplumlar hızla manevi çöküşe ve ahlaki dejenerasyona doğru yol alır.




Ailede bireyler arasında sevgi, dayanışma, özveri ve sadakat duyguları köreldiğinde, artık o milletin varlığının devamı zorlaşır. Bu dejenerasyon aile ortamlarıyla sınırlı kalmaz, toplumdaki diğer kesimlere de yayılır. Okullarda, arkadaşlık ilişkilerinde, iş yerlerinde kıskançlık, ikiyüzlülük, alaycılık, dedikodu gibi kötü davranışlar ortaya çıkar; tüm sistem çıkar ilişkileri üzerine kurulur. Adalet, insan hakları, huzur ve barış ortadan kalkar.




Günümüzde televizyon yayınlarında, filmlerde yoğun şeklide şiddet konusunun işlendiğine tanık oluruz. Aile içinde din ahlakı konusunda eğitilmemiş olan ve bu yoğun telkinlerden etkilenen gençlerin, hatta çocukların dahi şiddet eğilimli olduklarını görürüz. Bu durum öylesine yaygınlaşmıştır ki, küçük çocukların okullarda katliam yaptıklarına dahi şahit olmak mümkündür. Medyada zaman zaman bu konuda haberler yer almaktadır.




İslam’da şiddete yer yoktur. Suçsuz insanların ölümüne sebep olup, “Allah için yaptım” diyen insan hastadır. Bunlar kendi ruhlarındaki karanlığı ve şirk düşüncesini Kuran’a uygulamaya çalışan kişilerdir.Dinden uzak yaşayan kimseler de, gençleri küçük yaşlarından itibaren karanlık bir ortama iter, zalimliğe yönlendirirler.




Bu kişiler Allah’tan korkmadıkları için, Allah korkusu olmayan zalim nesiller yetiştirirler. Çocuklarına Allah’ın emrettiği merhametli, adaletli, hoşgörülü, akılcı güzel ahlakı öğretmezler. Hz. Nuh’un Kur’an’da söz edilen bu konudaki duası, inkarcıların ortak zalim karakterlerinin kanıtıdır:




Nuh "Rabbim, yeryüzünde kafirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma." dedi. "Çünkü Sen onları bırakacak olursan, Senin kullarını şaşırtıp-saptırırlar ve onlar, kötülükten sınırı aşan (facir’den) kafirden başkasını doğurmazlar." "Rabbim, beni, annemi, babamı, mü’min olarak evime gireni, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlere yıkımdan başkasını artırma." (Nuh Suresi, 26-28)




Kur'an ahlakını yaşayan toplumdaki bireylerin her biri, devletine, milletine yararlı bir yurttaş, ailesini seven, saygılı bir evlat, özverili bir arkadaştır. Bu yapıdaki bireylerin oluşturduğu bir milletin huzurlu, mutlu ve birlik ruhuna sahip güven dolu bir yaşamı olur. Yüce Allah, Kuran’da, birlik içinde ve güçlü olmanın sırrını şöyle bildirir:




Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)




Güçlü olmak ve içte bütünlük sağlamak için inananların fikir mücadelesi zorunludur. Bilgi ve kültür düzeyi yüksek, sevgi birliği ve imanı güçlü toplum, en sarsılmaz toplum olacaktır.

20 Mart 2011 Pazar

Zaman Birlik Olma Zamanıdır






"Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah size ayetlerini böyle açıklar." (Al-i İmran Suresi, 103)



Değişik ülkelerde, değişik kültürlerde ve ailelerde yetişmiş, farklı dilleri konuşuyor olsalar da samimi iman edenleri bir araya getiren ve kardeşlik bağıyla bağlayan, Allah’ın din olarak seçip beğendiği İslam dinidir. Yüce Allah, ‘ Müminler ancak kardeştirler…’ (Hucurat Suresi, 10) ayetiyle müminlerin kan bağına gerek olmaksızın kardeş olduklarını bildirir ve aralarında sevgi bağı kıldığını buyurur. İnanan insanların arasındaki bu son derece güçlü bağ, kaynağını Allah aşkından alan gerçek sevgidir.



Bu nedenle samimi iman edenlerin birbirlerine duydukları sevgi derindir. Müminler, kalplerinde taşıdıkları Allah korkusu nedeniyle de Allah’ın hoşnut olacağı bir yaşam sürmeyi arzu ederler. Aralarındaki sevgi, Allah sevgisi/korkusu temelleri üzerinde kurulmuştur ve bu sağlam temeller üzerinde yükselir.



Müminlerin birlikteliğinin önemli özelliklerinden biri de, Allah rızası için birbirlerini sevmeleri nedeniyle kazandıkları güçtür. "…Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah’ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara Suresi, 249) ayetiyle bildirildiği gibi müminler –sayıları az da olsa- kalplerindeki güçlü iman nedeniyle büyük zorluklara karşı galip gelecek güce sahiptirler. Yüce Allah, “…Hani size ordular gelmişti; böylece Biz de onların üzerine, bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik.” (Ahzab Suresi, 9) ve “…Biz iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik, onlar da üstün geldiler. (Saff Suresi, 14) ayetleriyle müminlere üstün güç verdiğini bildirir. Gerçek anlamda güçlü olan ruhtur. Allah’ın kendi ruhundan üflediği müminin ruhu güçlüdür.



Müminler arasında zorlu ve sıkıntılı durumlar olabilir. Böyle bir durumda samimi mümin, kardeşinin iyi yönlerini ve onun Allah yolunda yaptığı salih amelleri düşünür; asla kin ve düşmanlık duymaz, buğz etmez. Çünkü bu duygular, Allah’ın beğendiği üstün ahlâkla bağdaşmaz.



Yüce Allah cennette müminlerin kalplerinde kin ve nefret bulunmadığını "Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar." (Hicr Suresi, 47) ayetiyle haber verir. Allah ayrıca “Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saf Suresi, 4) hükmüyle iman edenlerin aralarındaki bağın nasıl olması gerektiğini açıklar.



İnsanın apaçık düşmanı şeytan ise bu önemli hükmü göz ardı ettirmeye ve müminlerin aralarındaki bağı yıpratmaya çalışır. Bu amacı doğrultusunda müminlerin sözlerini olumsuz yönde etkilemek için büyük çaba harcar. Kur’an’da müminlerin aralarını açmaya çalışan bu sinsi düşmana, "Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır." (İsra Suresi, 53) ifadesiyle dikkat çekilir.



Her konuda kendisinde en güzel örnekleri bulduğumuz Peygamber Efendimiz (sav), müminler arasındaki kardeşliğin asla bozulmamasını veda hutbesinde şu sözlerle vasiyet eder:“Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler...” ” Birbirinize hased (çekememezlik) etmeyiniz. Birbirinizle buğz (düşmanlık) etmeyiniz. Birbirinizle iyi ilişkileri kesmeyiniz. Birbirinizden yüz çevirip küsmeyiniz ve ey Allah’ın kulları, kardeşler olunuz. (Mace ,Cilt 10, s. 32)



İnsan hata yapabilen bir varlıktır. İmanı kalbine yerleştirmiş samimi müminler de hata yapabilirler. Kardeşlerinin hatasını gören diğer müminler, onun samimiyetini, iyi yönlerini ve Allah yolundaki salih amellerini düşünerek, hatasını örter, güzel ahlakla ona destek olur, onu uyarır ve iyiliğe yöneltirler.Samimi müminler, Kur’an’a iman eden, Allah’ın buyruklarına ve Peygamberimiz’in (sav) sünnetine uyanları kardeşleri olarak görmeli, bunun gerçek sevginin gereği ve yaşamaları gereken üstün bir ahlâk olduğunu unutmamalıdırlar.



Kur’an ahlâkının özünde, inanç birliği ve ortak değerler vardır. Bizlere düşen bu özü özümsemek ve ayrılığa düşmekten sakınmaktır; Allah’ın ipine sarılmaktır, dağılıp ayrılmamaktır. Bu, Yüce Allah’ın tüm iman sahiplerine buyruğudur.İnanan insanların merhamet, adalet, hoşgörü, özveri gibi üstün ahlâk özellikleri sergileyerek bu kardeşlik bağlarını daha da güçlendirme yönünde çabalarını artırmaları gerekir. Çünkü, sonsuz barınma ve mutluluk yurdundaki kardeşliğin temelleri burada atılır. Dünya hayatında birbirlerine karşı sevgi dolu olan müminler, nimetlerini de birlikte tadacakları cennette, sonsuza dek eşsiz güzellikler içerisinde mutluluk dolu bir yaşamı umut ederler.



“…Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin.” (Haşr Suresi, 10)

Gerçek Akıl Allah'ı Bilir




Evrendeki canlı-cansız herşeyin tek güç ve üstün akıl sahibi Yüce Allah tarafından yaratıldığı çok açık bir gerçektir. Etrafımızda gördüğümüz her şey ya da görmediğimiz halde varlığından haberdar olduğumuz varlıklar ve sistemler; Güneş, Dünyamız, Ay, galaksiler, yıldızlar, gezegenler, dağlar, denizler, bulutlar, nehirler, insanlar, hayvanlar, bitkiler, mikrodünya… tümü Allah’ın eşsiz sanatını ve gücünün sınırsızlığını bizlere tanıtan delillerdir. Ve etrafımızda gördüğümüz herşey ,” Şüphesiz, mü’minler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.” (Casiye Suresi, 3-4) ifadesiyle de bildirildiği üzere Allah’ın varlığının kesin birer kanıtıdır.



Allah’ın hayranlık uyandırıcı varlık delillerini baktığımız her yerde görebiliriz. Mucizevi hassas ısı algılayıcılarına sahip bir sivrisinek dahi, insanın, Yüce Rabbimiz’in büyüklüğünü, yüceliğini, gücünü ve kudretini kavrayarak, iman etmesine vesile olabilir.



Tüm varlıkları yaratan ve her an denetiminde tutan Allah’ın, eşsiz ve benzersiz sanatıyla yarattığı mucizevi tasarımlarını sergilemediği tek bir santimetrekare yoktur. Rabbimiz bir Kuran ayetinde, “Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah’tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? “ (Enam Suresi, 95) şeklinde buyurmaktadır.



Kuran’da Allah’ın varlığının kanıtı olan herşey "ayet" olarak tanımlanır. Allah’ın ayetleri/mucizeleri/delilleri, "Yeryüzünde kesin bir bilgiyle inanacak olanlar için ayetler (deliller) vardır. Ve kendi nefislerinizde de. Yine de görmüyor musunuz?" (Zariyat Suresi, 20-21) ayetiyle ifade edildiği üzere tüm evrende ve insanın kendi nefsinde de vardır.



Dünyada yaşamı ayakta tutan tüm sistemler mucizevi dengeler üzerine kurulmuştur. Bunlar öyle hassas dengelerdir ki, biraz inceleyince hepsinde olağanüstü bir hesap ve tasarım olduğu hemen fark edilir. Örneğin Materyalizm’i şok eden Big Bang(Büyük Patlama) teorisine göre tüm evren, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olmuştur. Büyük Patlama, tüm evrenin tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır. Dilediğini dilediği gibi yapmaya gücü yeten Yüce Rabbimiz Kuran’da, "O gökleri ve yeri yoktan var edendir..." (Enam Suresi, 101)ayetiyle bu üstün yaratışına dikkatimizi çekmektedir.



Evrenin bir sahibi ve hakimi olduğunu reddeden Materyalizm, tek gerçekliğin madde olduğunu ileri sürer. Buna göre, sonsuzdan beri var olan mutlak varlık Allah değil (Allah’ı tenzih ederim, yüceltirim), maddedir. Materyalist söylemlere dikkat edersek, din ve akıl kavramları arasında ısrarla bir ayrım yapmaya çalıştıklarını görürüz. Sürekli olarak, dinin yalnızca önkabullere dayandığı, dogmatik olduğu, aklını kullanan insanların ise bu ön kabulleri aşmış kimseler olduklarını vurgularlar.



Bu son derece ucuz ve cahilce bir aldatmacadır. Çünkü din, akıl vesilesiyle anlaşılabilir. Dinin kaynağı ve rehberi olan Kur’an, akıl ve din arasında bir ayrım yapmaz, aksine dinin temelinin akıl olduğunu söyler. Kuran’a göre, iman eden insanlar akıl sahipleridir; inkar edenler ise akledemeyen kişilerdir. Bu nedenle pekçok ayetle insanlara akıllarını kullanmaları ve düşünmeleri yönünde çağrı yapılır. Kuran’ın insanlardan düşünmelerini istediği ise, karşılaştıkları olayların nasıl ve neden olduğu konularıdır. Gerçek din de ancak bu düşünceden doğar.



Örneğin her ilköğretim öğrencisinin okulda yaptığı bir deney vardır. Bir kabın içine yerleştirilen iki kat pamuk arasına fasulyeler konur, arasıra sulanır ve gözlemlenir. Bir süre sonra fasulyelerin çatladıkları ve filizlendikleri görülür. Belli bir zaman sonra ise filizler ışığa doğru iyice uzarlar ve her öğrenci bir ‘sihirli fasulye ağacı’na sahip olur. Çocuklara çok doğal bir süreç olarak açıklanan bu olay, gerçekte olağanüstü bir mucizedir. İşte Kuran’ın istediği neden ve nasıl soruları, insanı bu olayın sıradan olmadığı ve bir tohumun bilinç ve akıl gerektiren bir iş yaptığı gerçeğine götürür.



Toprağa atılan tahta parçası görünümündeki tohumun da canlanması ve büyümesi, kendisi için gerekli olan mineralleri topraktan ayrıştırarak alması, güneşe doğru filizlenmesi, yer altına doğru köklenmesi ve çeşitli ürünler vermesi başından sonuna kadar mucizevi aşamalardır. Burada gördüğümüz olay programlanmış bir olaydır ve bir programlayanı vardır. İşte O, en üstün akıl olan Allah’tır. Kuran’ın bize bildirdiği düşünce yöntemi de; evrenin ve olayların nasıl işlediğini düşünmektir. İnsan bu şekilde hepsinin ardındaki Yaratıcı’yı görebilir. Kuran’da insanı düşünmeye yönelten ayetlerden birkaçı şöyledir:



Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u gördünüz mü? Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle şaşar-kalırdınız... (Vakıa Suresi, 63-65)



İnsan bu gerçekler üzerinde düşünmediği takdirde, dünyanın başıboş ve sahipsiz ve rastlantılarla işlediğini zannedebilir. Allah’ın herşeyi yaratıp, sonra gökyüzünde bir köşeye çekilip-haşa- olayları izlediğini düşünen kişiler vardır. Bu sapkın düşünce, zaman içinde kişiyi Allah’ın varlığını inkara sürükler. "Eğer evrendeki düzen tesadüflerle işliyorsa, ilk ortaya çıkışı da tesadüfen olmuş" diye düşünebilir. Çevresinde hak dine değil de pagan dinlerine inanan kişiler de varsa, onların da etkisiyle içinde bulunduğu cahilliği, tam aksine akıllılık olarak düşünmeye başlar.



Evrendeki tüm olaylar, Rabbimiz’in izniyle, O’nun bilgisinde ve kontrolünde gerçekleşmektedir. Akıl sahibi insanlar için Allah’ın delilleri her yerdedir. Gerçek akıl ALLAH ’ı bilir.."Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler (deliller) vardır. Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." ( Al-i İmran Suresi, 190-191)

17 Mart 2011 Perşembe

Zulme Uğramış İnsanlar Görmeyeceğimiz Günler Ütopya Değil!


Kelime anlamı barış olan İslam, tüm insanları barışa ve esenliğe davet eder. İman edenler de Allah’ın buyruğu olan iyiliği emretme, kötülükten sakındırma sorumluluğunu gereği gibi yerine getirdiklerinde, gerçek İslam’ı bilmeyen ve tanımayan pek çok insan Kur’an ahlakına yönelecek ve Allah’ın hoşnut olduğu bir yaşam başlayacaktır.


Tüm insanları yoktan var eden Yüce Allah, onların en rahat edecekleri, refah, huzur, güven duygusu ve mutluluk içinde yaşayacakları sistemi de yaratmıştır. Suçsuz bir insanı öldürmenin tüm insanlığı öldürmek gibi olduğunu bildiren, en yakınlarının hatta kendisinin zararına olacak da olsa adaleti emreden, kendi ihtiyacı da olsa ihtiyacı olana vermeyi tavsiye eden bir din, çok açıktır ki insan ilişkilerinde kıstas alındığında huzur dolu bir toplum ve dünya oluşacaktır.



İşte bu gerçekleştiğinde, Yaratıcıyı ve benzersiz yaratmasını inkar amacıyla savunulan Materyalist ve Darwinist, tüm din dışı felsefi sistemlerden kaynaklanan dejenerasyon, yerini tüm inanan insanların asırlardır özlemini duydukları huzur dolu bir dünyaya- Allah’ın dilemesiyle- bırakacaktır…


Yüce Allah yeryüzündeki nurunu muhakkak tamamlayacağını ayetlerde tüm insanlığa şöyle müjdeler: "Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de O, dini (İslam’ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O’dur." (Tevbe Suresi, 32-33)


"Ben ne yapabilirim ki, elimden ne gelir" dememeliyiz. Hiçbir şey yapamıyorsak, Kur’an ahlakının tüm dünyayı sarması için samimi dua edebiliriz...

14 Mart 2011 Pazartesi

Dünyaya 1 Kez Gelinir Ama...





İnsanın apaçık düşmanı olan şeytan, her insan için farklı taktikler kullanır. Ancak birçok insanı yakaladığı zayıf bir nokta vardır ki, genellikle herkeste aynıdır; dünya hayatına/metaına olan bağlılık.



Şeytan insanları saptırmak için kullandığı her telkini kendisi vermez. Plan ve taktiklerini etkisi altına aldığı kişiler aracılığıyla uygular, telkinlerini onların ağzından verir. Şeytanın dostu olan bu kimseler, "günahı benim boynuma", "yaşlanınca nasılsa ibadet yapacak bol zamanın olur, şimdi hayatın tadını çıkar", "dünyaya bir kere gelinir" gibi sözlerle, insanları Allah’ın buyruklarını göz ardı etmeye ya da sorumluluklarını ileri yaşlarına ertelemeye yöneltirler. Bu sözlerin etkisi altına giren kişilerin ise gaflet halinde oldukları çok açıktır. Çünkü insan dünyaya nasıl bir kez geliyorsa, ahirete de bir kez gidecektir.



Adeta şuursuzca, gaflet halinde yaşayan bu kimse ahirette Allah’ın huzurunda yalnız sorgulanacağını unutmuştur. Ahirette diriltildiğinde o mahşer kalabalığı içinde koşarken yalnızdır. Orada kimse kimsenin durumunu sormaz. Dünyada iken ‘hayatı birlikte doya doya yaşadığı’ dostları yanında yoktur. Dünyada yalnız kalmaktan korkan insan, dünyadakine asla benzemeyen bir yalnızlık içindedir.



Sorgulanma anı, dünyadayken Allah’tan yüz çevirmiş kişi için yaşadığı en zorlu andır. Yapıp ettiklerini, yerine getirmediği sorumluluklarını, ertelediklerini ve Rabb’i karşısındaki aczini düşündüğünde yalnızlık hissi daha da artar. Yaşamı boyunca değer verdiği her şeyden ve yakınındaki tüm insanlardan uzaktır; yapayalnız, tek başınadır.



Ve onların hepsi, kıyamet günü O’na, ’yapayalnız, tek başlarına’ geleceklerdir. (Meryem Suresi, 95)



İbadet etmek için daha çok zamanı olduğunu, yaşlanınca kulluk görevlerini yerine getireceğini düşünmüştür; ne kadar ömrü kaldığını bilmeden…



Kişi ölümün her an kendisini bulabileceğini düşünmemiştir. Düşünmediği gibi, bu kendince ‘tatsız’ konudan söz edenleri de susturmuştur. Uyaranlara ise hiç kulak vermemiştir. Şu çok kesin gerçektir ki; Allah’ın buyruklarını yerine getirmeye vakit bulamadan, ölüm apansız gelip çatabilir. Oysa insan kalbini Rabb’ine bağladığında, her şeyi Allah’ın yaratmakta olduğu gerçeğini düşündüğünde, Allah’ın dilemesiyle hem dünyada hem de ahirette en büyük nimetleri kazanabilecektir.



Nerede ve ne yapıyor olursak olalım, Allah’ın sonsuz aklıyla planladığı bir kadere tabi olduğumuzu asla unutmayalım. Her kim olursa olsun her insan kesinlikle ölümü tadacaktır; yalnızca Allah, ezeli ve ebedi olandır, daima diri olandır.



Sizi diri tutan, sonra öldürecek, sonra da diriltecek olan O’dur. Gerçekten insan pek nankördür. (Hac Suresi, 66)

Bütün Varlığın Diliyle Yegane Övülen




O’dur ki, onlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve rahmetini serip-yayar. O, Veli’dir, Hamid’dir. (Şura Suresi, 28)



Evrende tüm bitkiler ve hayvanlar, Allah’ın yeryüzünde kendilerine uygun gördüğü ve yerleştirdiği şekilde yaşam sürerler. Ve hepsi Allah’ı tesbih eder, O’nu yüceltirler. Deniz dibindeki tek hücreli bir canlı da, göklerde süzülen bir martı da, karların arasında boynu bükük bir kardelen çiçeği de Rabb’ine teslim olur, O’na itaat ederek yaşar. Allah’ın kendileri için belirlediği biçimde yaşam sürmeleri, O’nun kurduğu düzeni bozmamaları, yerleştirdiği sistemleri asla değiştirmemeleri tüm canlıların Allah’ı tesbih ettiklerini işaret eder.



Göklerde yerde ve arasındaki her şey, uçsuz bucaksız okyanuslar, binlerce metre yükseklikteki dağlar ve gökyüzünde sürüklenen pamuk görünümünde ancak tonlarca ağırlıktaki bulutlar, gökyüzünde görsel bir şölen gibi izlediğimiz çakan şimşekler ve insanı hazırlıksız yakaladığında ürküten gökgürültüsü de Allah’ı tesbih eder, yüceltir. Tüm bunlar O’nun sonsuz ilminin ve eşsiz kudretinin birer kanıtıdır. Ancak iman etmeyenler bu tesbihleri kavrayamazlar.



Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih eder; O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır. (İsra Suresi, 44)



İnsan birçok eksiklik ve kusurları olan bir varlıktır; yaratılmıştır ve yaratılmışlara has acizliklere sahiptir. Eksiklikten ve kusurdan münezzeh olan tek varlık yalnızca Allah’tır. İnsanın Allah karşısındaki acizliklerinin en önemlilerinden biri de unutmasıdır.



İnanan insanlar, günlük yaşamlarının her aşamasında Allah’ı anmalı, O’nunla kesintisiz bağlantı ve dua halinde olmalı, verilen sayısız nimete karşı şükretmeli, bilerek ya da bilmeyerek yaptıkları hataları nedeniyle bağışlanma dilemeli ve Allah’ın adını yüceltmelidirler. İnsanı, ‘Allah’la dost’ kılacak ve Allah’a yakınlaşmasını sağlayacak önemli ibadetlerden biri Allah’ı anmaktır. İnsan, yaşadığı her an, Allah’ın nimetini ve rahmetini hatırlayıp O’na yöneldikçe, sürekli ibadet durumunda olduğundan Allah’a daha da yakınlaşır.



Bindiği gemide kura kendisine isabet edip denize atılan, sonra da dev bir balık tarafından yutulan Hz. Yunus’un kıssası bu konuda güzel bir örnektir. Çünkü Hz. Yunus "Allah’ı tesbih edenlerden" olduğu için kurtarılmış ve ardından ödüllendirilmiştir.



Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi. Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. Böylece kur’aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu. Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı. Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı, Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı. Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık. Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik. Onu yüzbin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik. Saffat Suresi, 139..147)



Çok açıktır ki tıpkı Hz.Yunus gibi Allah’ı çokça zikreden samimi kullar –Allah’ın dilemesiyle- kurtarılacaklardır.



Kuran kıssalarında anlatılan bu ve benzeri örnekler, insanın önemli dersler çıkarmasına vesile olur. Bir olayın ‘kötü’ gibi görünüyor olması, onun gerçekte de kötü bir olay olduğu anlamında değildir. Samimi inanan insan, Allah’a tevekkül ettiğinde, O’ndan yardım dileyip, sığındığında, yaşadığı hiçbir olay ‘kötü’ değildir. Allah yalnızca onu sınamak, sadakatini ve inancını sağlamlaştırmak, kararlılığı kalbine yerleştirmesini sağlamak için çeşitli zorluklar yaratır. Ancak bunların hepsinin sonucu inanan kişi için hayırlı olur.



Allah’ın Yüceliğinin ve büyüklüğünün bilincinde O’nu tesbih edelim, bize bahşettiği nimetler için her an O’na şükredelim. Çünkü tüm bu güzellikler karşılığında bizden istenen yalnızca şükredici, hamd edici birer kul olmaktır.



"…Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü inkar edecek olsanız bile şüphesiz Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, övülmüştür." (İbrahim Suresi, 8)

13 Mart 2011 Pazar

Samimiyetteki Sır



Samimiyet, insanın gerçek düşüncelerini saklamadan, kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmadan açıkça ortaya koymasıdır. Samimi insan içinden geldiği gibidir, yapaylıktan uzaktır ve bu nedenle etrafındaki kişileri de olumlu etkiler.


Kuran’a göre insanları Rabb’imizin Katında değerli kılan özellik imanları, yalnızca Allah’ın rızasını amaçlayarak yaptıkları salih ameller ve kalplerindeki niyetleridir. Allah Katındaki asıl üstünlük ölçüsü Kuran’da “... Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (Hucurat Suresi, 13) ayetiyle bildirilir.


Samimi insan hiçbir dünyevi çıkar beklentisi olmaksızın, yalnızca Allah emrettiği için salih amellerde bulunur. Katıksızca Allah’ın hoşnutluğunu amaçlar, yaptığı işlerde, söylediği sözlerde, ibadetlerinde ve günlük yaşamında gönülden Allah’a yönelir. Bu samimiyeti kişinin imanını arttırır ve onun ’takva’ sahibi bir kul olmasına vesile olur.


Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah’a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü’minlerle beraberdirler. Allah mü’minlere büyük bir ecir verecektir. (Nisa Suresi, 146)


İnsanların yaptıkları ameller şayet Rabbimiz’in rızası hedeflenerek yapılmışsa ‘salih amel’dir ve Allah Katında geçerlidir. Allah rızası gözetilmeden yapılan işler yalnızca ‘amel’dir. Ancak pek çok insan bu gerçeği göz ardı ederek ve yaptıklarını yeterli görerek yaşamaktadır.


Söz edilen kişiler için yaptıkları işte sonuç önemlidir. Oysa gerçekte önemli olan insanın kalbindeki niyettir. İbadetlerini de yapıyor olmanın verdiği rahatlıkla bu kimseler, kendilerini ve yaptıkları işleri yeterli görürler. Oysa Kuran’da, hayatları boyunca çalıştıkları halde, yaptıkları boşa giden insanlardan söz edilmektedir. Her insanın, hesap gününde bu duruma düşme ihtimalini düşünmesi gerekmektedir. Yüce Allah, "O gün, öyle yüzler vardır ki, ’zillet içinde aşağılanmıştır.’ Çalışmış, boşuna yorulmuştur." (Gaşiye Suresi, 2-3) ve “Onların yaptıkları her işin önüne geçtik, böylece onu savrulmuş toz zerreleri kılıverdik.” (Furkan Suresi, 23) ayetleriyle bu önemli tehlikeye dikkat çekmektedir.


Allah kolayın en kolayını bize nimet olarak vermiştir; samimi olmayı. Ve gerçek anlamda samimi inananlar kurtuluş bulacaklardır. Samimi olan insana, Allah ne yapacağını, nasıl davranması gerektiğini zaten ilham edecektir. Rabbimiz sonsuz rahmetiyle imkanları insanların önüne getirmektedir.


İnsan tefekkür ederken de Allah’ın verdiği o büyük nimetleri; samimiyetini ve vicdanını kullanır. Samimiyetle düşünüldüğünde, bir hücrenin yapısının ya da bir sivrisineğin yaşamının ne denli heyecan verici mucizevi özellikler içerdiği anlaşılır. Çok büyük bir metropol gibi olan ve mucizevi kompleks bir yapıya sahip hücreyi incelediğimizde adeta nefesimiz kesilir. İnsan bu benzersiz tasarıma sahip sistemleri gördüğünde, Allah’a olan sevgisi ve O’na duyduğu korku daha da artar. Allah’tan korkusu artan kişinin, Allah’ın gösterdiği yola, yani İslam’a titizliği de daha fazla artar. Ve insan mükemmel bir ahlaka sahip olur.


Din, Allah korkusu ve hoşnutluğu temeli üzerine kurulmuştur. Ancak Yüce Allah’tan gereği gibi korkanlar dinde samimi olabilirler. Kendisine ‘şahdamarından yakın’ olan Allah’tan içi titreyerek korku duyması, sadece O’nun razı olacağı davranışlar sergilemesi, kişinin samimiyetinin göstergesidir. Samimiyet asla taklit edilerek yaşanamaz. Rabb’ine ve kendisine karşı samimi olan mümini hiçbir şey gerçek amacından saptıramaz. Onu Allah huzurunda hesabını veremeyeceği bir şeye asla yanaştırmaz. Bir Kur’an ayetinde din ahlakına en uygun davranış, “Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.” (Tevbe Suresi, 109) ayetiyle hatırlatılır.


Kuran’a baktığımızda müminlerin hatasız olmadıklarını, aksine hata yapan, ancak fark ettikleri anda bağışlanma dileyen insanlar olduklarını görürüz. Allah’tan içi titreyerek korku duyan mümin, yaşadığı her an güzel ahlak özelliklerine ulaşmak için çaba gösterir. Bu sırada unutup yanılabilir ya da hata yapabilir. Ancak asıl önemli olan yapılan hatadan samimiyetle, bir daha asla tekrarlamamak üzere kararlılıkla vazgeçmektir. Müminin hayatını hata yapmadan yaşaması zaten imkansızdır; dünya bir imtihan ve eğitim mekanıdır. Hata yaptığında Allah’a karşı ne denli acz içinde olduğunu farkeden mümin, hatasını farkedebildiği için şükreder, bağışlanma dileyerek tevbe eder ve Rabbimiz’e yönelir. Yüce Allah Kuran’da pişmanlıkla, samimi ve dürüst olarak tevbe eden kullarını bağışlayacağını “...Hata olarak yaptıklarınızda ise, sizin için bir sakınca (bir vebal) yoktur. Ancak kalplerinizin kasıt gözeterek (taammüden) yaptıklarınızda vardır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Ahzab Suresi, 5)ayetiyle vaat eder.


Dinden uzak cahiliye toplumlarında hata yapan insan adeta damgalanır. Kişi hatasıyla özdeşleşir ve samimiyetsizliğe itilir. Çünkü kendini ne kadar düzeltse de, toplumun kişiye bakış açısı pek değişmez. Bu nedenle yalanlarla ve ve düzmece yöntemlerle, kendisini insanların gözünde yüceltmek için uğraşır. İnsanların kendisi hakkındaki düşüncelerini çok önemser. Bu çaba insanın kendine yaptığı bir zulümdür. Bu zulümden kurtuluşun en temel şartı da Yüce Allah’a karşı samimi ve dürüst olmaktır. Çünkü din "insanlar ne der?" endişesini ortadan kaldırır ve müminleri samimiyeti engelleyen davranışlardan uzaklaştırır:


Ve çirkin bir hayasızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 135)


Ancak samimi insan vicdanlı düşünerek ve Allah’ın her an kendisini gördüğünün bilincinde olarak hareket eder. İnsanların düşünce ve isteklerine göre hareketlerini ayarlamaz, yalnızca Rabbimiz’in rızasına yönelir. İnsan zaten Kuran’a tabi ise, Kuran’a göre yaşıyordur ve Kuran’a göre hareket etmek samimiyeti getirecektir.


Toplumdaki küçük düşme, haksızlığa uğrama gibi kavramlar, şeytanın insana verdiği telkinlerdir. Mümin için ise önemli olan insanların gözündeki değil, Allah Katındaki değeri, yalnızca O’nun bağışlaması ve hoşnutluğudur. Samimi olan kulların üzerinde ise şeytanın zorlayıcı gücü yoktur. Yüce Allah’ın ‘gizlinin gizlisini’ bildiğini kavramak, insanın dürüstlükten ve samimiyetten ayrılmamasını sağlayacaktır. Mümin yaptığı her hatadan sonra Allah’a yönelir, bağışlanma diler ve tevbe eder. Çünkü, dünyada da, ahirette de ceza ve ödül yalnızca Allah’tandır. Hatasını farkettiği an telafi edip, Allah’ı razı etmeye çalışması, kişinin samimiyetin kanıtıdır. Bağışlaması bol olan Rabbimiz bir Kuran ayetinde “Rabbiniz sizin içinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz salih olursanız, şüphesiz O da, (Kendisi’ne) yönelip dönenleri bağışlayıcıdır.” (İsra Suresi, 25) buyurur.


Allah, Kuran’ın ve Kendi derin sırlarını açarak, samimi kullarının kavrayışlarını arttırır. Kalp gözü derinlemesine açılan insan da, –Allah’ın dilemesiyle- çok güçlü bir imana kavuşacaktır.

11 Mart 2011 Cuma

Zıtlıkların Yaratılışındaki Hikmetler



Yüce Allah dünya hayatında herşeyi zıddıyla birlikte yaratır. Gece-gündüz, güzel-çirkin, sıcak-soğuk, aydınlık-karanlık, temiz-kirli, yeni-eski, genç-yaşlı dünyada tümü bir aradadır. Aynı şey insanlardaki ahlâk özellikleri için de geçerlidir. Tüm bu zıtlıkların yaratılış hikmeti ise aralarında kıyas yapabilmemiz amacını taşır. Tümü, şükretmemiz ve güzel ahlaka yönelmemiz için birer vesiledir.


Nefsi, insanı Allah’ın hoşnut olmayacağı çirkin davranışlara yöneltmek ister. İnsanın nefsinde ruhu kirleten cimrilik, bencillik, kıskançlık, ümitsizlik gibi birçok eğilim vardır. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: "İnsan nefsi kötülüğü emreden bir yapıda yaratıldığına göre, her insandan kötü ve ahlak dışı davranışlar beklemek gerekmez mi?"


Nefse hem fücur hem de ondan sakınma, yani vicdanı ilham edilmiştir. Fücur, günaha, isyana, yalana, baş kaldırıya ve Allah’tan yüz çevirmeye yönlendirir. Yani nefsimizde iki ayrı özellik bir aradadır: Kötülüğe eğilim ve kötülüklerden sakınmaya yönlendiren vicdan.
"Nefse ve ona ’bir düzen içinde biçim verene’, sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun)." (Şems Suresi, 7-8)


Kesin bilgiyle iman eden ve içinde Allah korkusu taşıyan mümin, nefsinin fücurunun kötülüğe yöneltmek için fısıldadıklarını değil, doğruyu işaret eden vicdanını dinler.Samimi mümin söz ettiğimiz bencilce nefsani davranışları Rabb’inin beğenmediğini bilir; aksine cömert, özverili, neşeli, ümitvar ahlâkı yaşar. Her an çirkin davranışlardan sakınmaya, iyi ve güzeli seçmeye yönelten -Allah’ın ilhamı olan- içindeki pozitif güce uyar. Tümünü yaşamı boyunca kararlılık, sabır ve azimle yaşamaya, nefsini arındırmaya çalışır.


Dünya hayatında olduğu gibi ahirette de zıtlıklar bir aradadır. Yüce Allah, dünyadakinden farklı olarak, ahiretteki tüm güzellikleri eksiksiz/mükemmel şekliyle cennette bir arada yaratmıştır. Tümü insanın en hoşlanacağı mükemmelliktedir, kusursuzdur. İnsanın hoşlanmadığı, ruh ve bedeninin azap duyacağı tüm ayrıntılar da cehennemde bir arada yaratılmıştır. Dünya hayatındakinden farklı olarak ahiret zıtlıkları birbirinden kesin çizgiyle ayrı tutulmuştur.


Dünyada müminin yaşadığı her ortam her açıdan tertemizdir, maddi-manevi kirlerden arınmıştır. Ancak mümin, imtihan gereği temizlemesi gereken pisliklerle de karşılaşır; zıtlıkları sürekli yaşar. Dünya hayatının zıtlıklarındaki hikmet müminin, dünyanın geçiciliğini anlayabilmesi, Rabb’i karşısındaki aczini kavrayabilmesi ve ruhunun eğitilip olgunlaşabilmesine vesile olmasıdır. Ancak mümin, dünyada sergilediği güzel ahlâk nedeniyle, ahirette pislikle, acizlikle, zorluk ve sıkıntıyla muhatap olmaz; bolluk ve bereketle ödüllendirilir.


Dünyada iken Allah’ın sınırları içinde yaşamamış, Rabb’inden yüz çevirmiş kimseler ise, yaşadıkları cehennemde dünya hayatında gördükleri nimetler ve güzelliklerden sonsuza dek yoksun bırakılırlar. Allah’ın beğendiği ahlâkı yaşamış müminlerin, dünyadaki eksiklikleri hatırlamaları ve cehennemdeki yaşamı da görmeleri nedeniyle cennetteki nimetlerden aldıkları haz çok fazladır. Maddi-manevi güzelliklerden aldıkları hazzın yanı sıra Allah’ın hoşnutluğunu kazanmış olmanın verdiği huzur ve mutluluk hiçbir şeyle kıyaslanamaz.


Kur’an’da cennet ve cehennem halkına kendi yaşamlarıyla kıyas yapacakları görüntüler izletileceği haber verilir. Böylece cennet halkının yaşadığı hazzın ve cehennem halkının yaşadığı azabın şiddeti daha iyi anlaşılabilir."Ateşin halkı cennet halkına seslenir: "Bize biraz sudan ya da Allah’ın size verdiği rızıktan aktarın." Derler ki: "Doğrusu Allah, bunları inkar edenlere haram (yasak) kılmıştır." (Araf Suresi, 50)


İnanan insanın karanlık, kasvetli, kirli ve dar ortamda içi sıkılır. O ortamdan geniş, ferah ve temiz bir yere girdiğinde ise nimeti fark eder ve kıyaslayarak şükreder. Bir Kur’an ayetindeki "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım..."( Fatır Suresi, 37) ifadesini hatırlar ve içi titreyerek korku duyar. Yaşamını "duvarları insanı çepeçevre kuşatmış" ve içerisine hapsetmiş olan cehennemden sakınmak amacıyla Rabb’inin rızası üzerine inşa eder.


İnsan ahiretteki sonsuz yaşamı düşünürken de, dünya hayatındaki kavramlarla kıyaslayarak cennetin muhteşemliğini, cehennemin de dehşet vericiliğini hayal eder. Kişi böylece bir taraftan cehennemi hak edecek duruma gelmekten şiddetle sakınır, kendisini düzeltir, diğer taraftan da cennete layık olabilmek için kendisini eğitir. Örneğin özverili, bağışlayıcı, yardımsever insanların yaşadığı bir ortam, insana cennet ortamını hatırlatır. Tam aksi ahlâk özellikleri taşıyan kişilerin bir arada bulundukları ortam ise cehennemin bir benzeridir. Kişi derin düşünerek ve bu kıyaslamaları yaparak, cennetin değerini kavrar.


Dünya hayatında tanık olduğumuz farklılıklar arasında kıyas yaparak nimetlerin ve güzelliklerin bilincine varabiliriz. İşte tüm bunlar Allah’ın hem çevremizde, hem de kendi nefsimizde yarattığı zıtlıkların bir hikmetidir. Bu nimet ve güzellikler nedeniyle şükrederek, Allah’ın hoşnutluğunu kazanma umudu içinde hep daha güzeli, daha iyisi için çaba göstererek en kusursuz olan sonsuz yurda ulaşabiliriz.

10 Mart 2011 Perşembe

Allah Kolaylık Diler, Zorluk Dilemez






Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez... (Bakara Suresi,185)



Günümüz toplumlarında insanların pek çoğu Kur’an ahlakından uzak bir yaşam sürerler. Çünkü toplum genelinde, din ahlakının yaşanmasının zor olduğu şeklinde yanlış bir inanış vardır. Bu yanlış bakış açısının temelinde insanların Kuran’ı tam olarak bilmemeleri ve dine dair işittikleri hurafeleri, dedelerinden ve çevrelerinden kulaktan dolma edindikleri bilgileri ‘din’ zannetmeleri, gerçek İslam’ı bunlardan ayırt edememeleri yatar.



Oysa Allah’ın insanlara yaşamaları için tavsiye etmiş olduğu ahlak, insan fıtratına en uygun yaşam şeklidir. İnsanın da dinin de yaratıcısı Rabbimiz’dir. İnsanın nefsini, ruhunu, yaşadıklarının ne kadarına güç yetirebileceğini en iyi bilen Allah, insanlar için de en kolay olanı indirmiştir. Allah insanları din fıtratı üzerine yarattığından, insana dünyada huzur verecek tek model, din ahlakını gereği gibi yaşamaktır. Kuran’da din ahlakını yaşamanın kolaylığı, "O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi.)" (Hac Suresi, 78) ayetiyle bildirilir.



Kolaydır; çünkü dinin özü güzel ahlaklı olmaktır. İnsan ruhunun en çok zevk aldığı durum güzel ahlaktır. Bütün insanlar dürüstlükten, samimiyetten, şefkatten, merhametten, güzel sözden ve alçakgönüllülükten hoşlanır. Sadakatsizlik, yalan, kötü söz, ikiyüzlülük ve kibir ise her insanın canını acıtır.



İnsanın güzel olan özellikleri yaşamakta kararlılık gösterebilmesi yalnızca vicdanına uymasıyla mümkündür. Yaşamı boyunca vicdanının sesini dinlemesi içinse, insanın Allah korkusunu kalbinde hissetmesi gereklidir. Kur’an’dan anladığımız üzere yalnızca Allah’tan korkup sakınanlar, O’na tam bir teslimiyetle teslim olanlar, sonsuz ahiret hayatını seçenler Kuran’dan öğüt alıp düşünürler. Allah bir başka ayetinde şöyle buyurur:



Biz sana bu Kuran’ı güçlük çekmen için indirmedik, içi titreyerek korku duyanlara ancak öğütle-hatırlatma (olsun diye indirdik). (Taha Suresi, 2-3)



Bu konu Kuran’ın önemli sırlarından biridir. Kuran’ı anlayabilmek için üstün bir zekaya ya da yeteneğe değil, samimi, düzgün bir niyete ve ihlasa sahip olmak gerekir. Çünkü Rabbimiz samimi kullarına Kur’an’ın aydınlığa ulaştıran kapılarını açar, onlara doğru yollarını gösterir ve kurtuluşa ermelerini sağlar. Kuran tüm insanlığa gönderilmiştir, ancak yalnızca Allah’tan saygıyla korkan, kesin bilgiyle ahirete inanan müminler için bir hidayet sebebi olur. Samimi müminler için Kur’an rahmet ve şifadır:



Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, sinelerde olana bir şifa ve mü’minler için bir hidayet ve rahmet geldi. (Yunus Suresi, 57)



Tüm bu gerçeklere rağmen bazı insanlar Kuran ahlakını yaşamaktan kaçınır, sebep olarak da çeşitli mazeretler ileri sürerler. Bunlardan biri de din ahlakını yaşamanın onları kısıtlayacağı ve yaşamlarını zorlaştıracağı endişesidir. Bu çok büyük yanılgıdır. Tam aksine din ahlakından uzak bir yaşam, insanları büyük sıkıntılarla, zorluk ve kısıtlamalarla karşı karşıya getirir.



Kuran ahlakının insanlara sunduğu yaşam ise rahat, huzurlu ve güven doludur. Kuran, toplumun ve insanların kişi üzerinde kurduğu ağır baskıları, katı kuralları ve anlamsız prensipleri ortadan kaldırır ve insanların huzur içerisinde yaşamalarını sağlar.



Yaşam rehberimiz Kur’an’ın açık ve anlaşılır olmasının yanı sıra, hüküm ve buyruklarının uygulanması da son derece kolaydır. Sonsuz güç sahibi Allah ayetlerde Kuran hakkında şöyle buyurur:



Biz sana bu Kuran’ı güçlük çekmen için indirmedik. ’İçi titreyerek korku duyanlara’ ancak öğütle-hatırlatma (olsun diye indirdik). (Taha Suresi, 2-3)



Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. "Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara Suresi, 286)



Rabbimiz, merhamet edenlerin en merhametlisidir ve kullarının en rahat edecekleri, en güzel yaşam şeklini Kuran’da tüm ayrıntılarıyla tarif etmiştir. İnsan, sevgi, saygı, şefkat ve merhametten hoşlanan bir yaratılışa sahiptir. Kur’an ahlakına uygun bir yaşam da, insanın en çok zevk alacağı, en huzur duyacağı yaşamdır. Bu gerçek Kur’an’da “Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum Suresi, 30) ayetiyle bildirilir.



Kuran’ı kendisine rehber edinen Peygamber Efendimiz(sav) de, "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz" (Ramuz el-Hadis, 2. cilt, s. 510) hadis-i şerifiyle öğütte bulunmuştur. Dini özünde olduğu gibi kolay göstermek, zorlaştırmamak, insanların kalplerini Kuran’a ve din ahlakına ısındırmak, inanan her insanın önemli bir sorumluluğudur. Allah’ın elçisi de, Kuran’ı tebliğ ederek insanların üzerlerindeki ağır yükleri, zincirleri kaldırır.



Onun çağrısına icabet edenler, ona destek olup yardım edenler ve Kur’an’ın yolunu izleyenlerin gerçek kurtuluşa ve mutluluğa kavuşacaklardır.Onlar ki, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır. (Araf Suresi, 157)



Ayrıca, din ahlakını yaşamak insanı sosyal yaşamdan, güzelliklerden ve sanattan engellemez, aksine daha çok haz almasına neden olur. Sanat, güzellikler, tüm nimetler ve estetikten en çok zevki müminler alırlar. Çünkü güzel bir sanat eserinden rengarenk çiçeklere, meyvelere, etkileyici mekanlara kadar her şeyin Allah tarafından verilmiş nimetler olduğunun bilincindedirler. Ayrıca her şeyin gerçek sahibinin Allah olduğunun şuurundadırlar ve bu nedenle dünyevi hiç bir şey için bencil tutkularının ardında hırsla koşturmazlar. Dinden uzak cahiliye insanları gibi her an sahip olduklarını yitirme korkusuyla yaşamazlar. Kısımlandıran, rızıkları, nimetleri adalet, hikmet ve rahmet içinde taksim edip herkese nasibini veren Allah, dilerse tümünü geri alabileceğinin bilincinde yalnızca Rabb’lerine dayanıp güvenirler.



Kuran tüm insanlığa aydınlığı ve güzelliği anlatır. Ancak karanlık zihniyetli cahiliye insanı ortaya adeta bir kabus tablosu çıkarır. Kendi kafasındaki ve ruhundaki karanlığı ortaya serer bu kişi, ancak o din değildir. Gerçek din pırıl pırıldır, aydınlıktır, huzur doludur. Samimi müminler için kesintisiz bir mutlulukla dolu olan Allah’ın aydınlık ve dosdoğru yolu, yaşamlarından sonsuz ahirete uzanır.



İşte Allah’a iman edenler ve O’na sarılanlar, onları kendisinden olan bir rahmetin ve bir fazlın içine yerleştirecektir ve onları Kendisine varan dosdoğru bir yola yöneltip-iletecektir. (Nisa Suresi, 175)