27 Mart 2011 Pazar

Adaletsizliğin Bu Denli Hakim Olmasının Sebebi Nedir?



Uluslararası ‘prosedür’e göre adalet, maddi gücü elinde bulunduran azınlıkların keyiflerince uygulanır. Eğer bu azınlık ‘insaf ederse’ zayıf ve güçsüz olan insanlara yardım eder, adil davranır. Ancak çok sayıda insan haksız kazanır, yoksulların hakkını yer, diğerlerini ezer ve lüks bir yaşam sürdürür. Şu an dünyanın her tarafında savaşlar yaşanıyor, insanlar sakat kalıyor, ölüyor, evini ya da ülkesini terk etmek zorunda bırakılıyorlar. Bu insanlar zor ve insanlık dışı koşullarda açlık, susuzluk, salgın hastalıklarla mücadele ediyor; fakat bu zulmü uygulayanlar rahat yaşamlarına devam ediyor, yemeklerini yiyor, çocuklarını seviyor ve sıcak yataklarında vicdanları rahat, huzurlu bir şekilde uyuyabiliyorlar.




Tüm dünyada adaletsizliğin bu denli hakim olmasının sebebi nedir?




İnsanlar adaletle hükmedilmesinin zorunluluğuna inanmıyorlar mı?




Gerçek anlamda adalet insanlar arasında hiçbir fark gözetmeden hepsini kapsayan; ırk, dil, din gibi ayrımlar gözetmeyen, güçlülerin değil haklıların üstün olduğu bir sistemdir. İnsanlar adaleti kabul ettikleri ve önemini bildikleri halde, çıkarlarıyla çatıştığında reddederler. Bu yüzden adaletin uygulanmasında aksaklıklar kaçınılmaz olur.




Örneğin rüşvetin ahlak dışı ve adil olmayan bir davranış olduğu çok açıktır. Bazı kişiler bunun çirkin bir davranış olduğunu bildikleri halde, çıkarları gereği ve kendilerince akla uygun bahaneler ileri sürerek hiç çekinmeden rüşvet alabilirler. Ya da şahitlik yapan insanın kesinlikle doğruyu anlatması gerektiğini bildikleri halde, bazı insanlar kendilerinin veya yakınlarının çıkarları nedeniyle yalan söylemekten kaçınmaz.




Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu nedenle toplumların genelinde çıkarlar adalete üstün gelir. Mağdur durumda kalan insan hemen adaletten dem vurur, ancak kendisi adalet yerine çıkarlarını ‘ayakta tutar’. Bu şekilde davranan insanlar toplumda çoğunluğu oluşturdukları için de, adalet soyut bir kavram olarak yaşanmaya devam eder.




Adaletin gerçek anlamda uygulanabilmesi için, adaleti çıkarlarına tercih edebilecek üstün ahlaka gereksinim vardır. Bu ahlak, Allah’ın emrettiği Kur’an ahlakıdır. Kur’an ahlakı insanlar arasında kesinlikle ayrım gözetmeden, yalnızca haktan yana, gerçek bir adaleti emreder. Adaleti emreden Allah inananlara, kendi aleyhlerinde dahi olsa adil olmalarını buyurur:




Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)




Gerçek adalet, insanlar arasında hiçbir ayrım gözetmeden, yalnızca Allah’ın hoşnutluğu amaçlanarak, Allah’tan korkarak sağlanabilir. Kur’an ahlakını yaşayan kişinin adalet anlayışında kişisel çıkarlar, dostluklar, arkadaşlıklar, akrabalıklar, insanların fiziksel farklılıkları asla etkili olmaz. Kararları yalnızca haktan ve doğrulardan yanadır. Kuran ahlakının tam olarak yaşandığı toplumlarda gerçek adalet ve güvenin hakim olacağı çok açıktır. Çünkü yalnızca içinde Allah korkusu taşıyan ve hesap günü Rabb’inin huzurunda yapayalnız sorgulanacağının şuurunda olan insan gerçek adaleti sağlayabilir.




Dünyada hak arama telaşında olan birçok insanın, asıl ahirette Hakkın karşısına çıktığında ne yapacağını düşünmesi gerekir. İşte Allah’tan içi titreyerek korkan insan, ‘o günü’ düşünerek hareket eder.




Bazı cahiliye insanları sevmedikleri, kin duydukları kişilere karşı her türlü adaletsizliği yapabilirler. Bu kişilere iftira atar, suçsuzluklarını bilseler dahi aleyhlerinde şahitlik yaparlar. Bazı kişiler de gerçekte suçsuz olduğunu bildikleri halde, haksız yere suçlanan insanlar lehinde tanıklık yapmazlar. Sevmedikleri ya da düşman oldukları insanın mağdur olması bu kişileri sevindirir. Kur’an ahlakını yaşayan insanın ise, karşısındaki kişiye olan yakınlığı ya da duyguları aldığı kararları asla etkilemez. Sevmediği, kötü ahlaklı, düşmanlık yapan kişilere karşı dahi adaletli davranır, adaleti tavsiye eder.




Her durum ve koşulda güzel ahlaktan asla taviz vermemeyi fısıldayan vicdanımızı dinleyelim. Duygularımız, aklımızın ve vicdanımızın önüne geçmesin. “Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (Maide Suresi, 8) buyruğunu unutmayalım.…Adil şahitler olarak hakkı ayakta tutalım, adaleti uygulayalım; çünkü "... Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever." (Maide Suresi, 42)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder